11 Haziran 2009 Perşembe

İNSANLAR

Bir erkek aslan bir göl kıyısında uyukluyordu. Yalnız yaşayan, büyük, yaşlı bir aslandı bu.
Biraz önce avlanıp karnını doyurmuştu. Güneşin sıcak ışığı sapsarı, gür yelesini ısıtıyordu. Esnedi.
Ağzını açtığı zaman upuzun, sipsivri dişleri ortaya çıktı. Hayatından memnundu.
İnsanlar sinsice ona doğru yaklaştılar. Beş genç erkek, iki kadın ve bir çocuk.. Hepsi de çırılçıplaktı.
Ellerinde ne bir silah ne de başka bir şey vardı. Sessizce yürüdüler.
Çalıların arasından koşarak saldırıya geçtiler. Erkekler önde, iki kadın biraz arkada..
Çocuk da yürüyerek onların peşinden gitti.
Zavallı, ihtiyar aslan neye uğradığını şaşırdı. Pençeleri ve dişleriyle karşı koymaya çalıştıysa da
bu vahşi sürüye karşı hiçbir şansı yoktu. İnsanlar dişleri, tırnakları ve kaslı kollarıyla aslanın üzerine
çullanmış onu yumrukluyor, tekmeliyor, vahşice ısırıyorlardı. Gözlerinde kana susamış, öfkeli, anlamsız bir bakış vardı.
Kadınlardan biri aslanın gözlerini oydu. Bir adam hayvanın sağ ön bacağını kırdı. Bir diğeri burun deliklerini
parçaladı. Yelesini yoldular. Pençeleri söküldü.
Altı metrelik bir timsah güneşin altında kıpırtısız uzanıyordu. Onu orada öyle görseniz bir timsah değil de büyük,
devrilmiş bir kütük olduğunu sanabilirdiniz. Bu timsah açtı. Nehirden geçmesi muhtemel bir zebra sürüsünü pusuda
beklemekteydi. Zebralardan birini yakalayıp suda boğduktan sonra çiğ etini parçalayıp mideye indirecekti.
İnsanlar sessizce geldi. Güneşin altında yavaşça yürüyorlardı. Yerdeki gölgelerinin kolları iki yana açılmıştı.
Bu gölgeler sarı kumda dikkatle ilerliyordu. Her adımda bacakları dizlerden kırılıyordu. Bir sağ kol önde, bir sol kol..
Bir sağ, bir sol.. Sokuldular.
Ağaçların gölgesinde koşarak saldırıya geçtiler. Erkekler önde, iki kadın biraz arkada..
Çocuk da yürüyerek onların peşinden gitti.
Timsah genç, kuvvetli ve diriydi. Açtı.. Fakat insanlara karşı hiçbir şansı yoktu hayvanın. Onlar daha arzuluydu.
Önce timsahın gözlerini oydular. Genç erkeklerin ikisi timsahın ağzını kapalı tutmak için uğraşırken, bir tanesi de
hayvanın uzun ve kaslı kuyruğuna sarılmıştı. Geriye kalanlar hayvanın başını tekmeleye tekmeleye onu öldürdüler.
İnsanlar hırslarını alamamış vurmaya devam ediyordu. Halbuki timsah çoktan ölmüştü.
Büyük gri fil yalnızdı. Sivri, uzun iki dişi güneşin altında pırıl pırıl parlıyordu. Güneşin sıcaklığı hayvanı bunaltmıştı.
Serinleyebileceği bir su birikintisi arıyordu. Ağır ağır yürümekteydi. Heybetli gövdesinin ağırlığı attığı her adımda
yerin biraz sarsılmasına neden oluyordu. Hortumu uzun ve kaslıydı.
Birdenbire bir insan sürüsü saklandığı yerden fırlayıp koşarak file saldırdı. Erkekler önde, iki kadın biraz arkada..
Çocuk da yürüyerek onların peşinden geldi.
Genç erkekler yerden sıçrayıp filin üzerine çıktılar. Bir tanesi hayvanı hortumundan yakaladı. Zaten güneşin altında
saatlerdir yürümekte olan yorgun fili uzunca bir uğraştan sonra yere devirmeyi başardılar. Hayvan büyük, kalın bir
ağaç kütüğünün yanından geçerken iki erkek diğer taraftan onu iterek yere yıkılmasını sağladı. Büyük gövde yere
çarptığında tok bir ses duyuldu. Tozlar havaya kalktı.
Gözlerini oydular. Dişlerinden yakalayıp bu uzun, kalın, parlak ve beyaz dişleri kırdılar. Kuyruğunu kopardılar.
Kafasına vura vura hayvanın canını aldılar.
Köpekbalığı saldırıya hiç hazırlıklı değildi. Hayvan çok açtı. Suda bulduğu her şeyi büyük bir iştahla yutuyor, fakat
küçük balıklar ve sudaki insan pisliği ona kafi gelmiyordu. Daha büyük, daha doyurucu bir av bulmak için yüzüyordu.
Sonunda av onu buldu. O sırada sığ sularda yüzmekteydi.
Birden burnunda korkunç bir acı duydu. Bir şey korkunç bir hızla burnuna çarpmıştı. Başka bir şey de gövdesini
üst yüzgecinin önünden ve altından kavramıştı. Hareket edemiyordu. Boşa çırpındı.
Gözlerini oydular. Yüzgeçleri parçalandı. Burun delikleri yırtıldı. Tekmelenip yumruklanarak öldürüldü. Bu Dünya
dan göçüp gitti.
Kartalı avlamaları çok kolay oldu. Tüm mesele o kaçmadan, kanat çırpıp havalanmadan onu yakalayabilmekti.
Bunu yapabilmek için hayvana sinsice arkadan sokuldular. Kartal hiçbir şeyden şüphelenmedi. Hiçbir şey hissetmedi.
O sadece, yamacın dibindeki geniş ovaya ve birazdan geniş kanatlarıyla fethedeceği mavi, uçsuz bucaksız, berrak
gökyüzüne bakıyor, bir av bulabilmek için gökleri ve otların arasını keskin gözleriyle tarıyordu.
Bacaklarından tuttular. Kanat çırptı ama faydasız. Havalanamıyordu. Bir el haince uzanıp boynunu kırıverdi kuşun.
Tüylerini yolup bacaklarını kopardılar. Onun da gözleri oyuldu. O çok uzakları gören, keskin, güzel gözlerini
tırnaklarıyla oydular. Göz boşluklarından kan iki ince çizgi halinde süzüldü. Kanlı gözyaşları gibi aktı.
Küçük bir çocuk tek başına oynuyordu. Bir parkta. Öğleyin.. Sıcak.
Tahterevalliyle salıncağın arasından koşarak geçtiler. Erkekler önde, iki kadın biraz arkada..
Yanlarındaki çocuk da yürüyerek onların peşinden gitti.
Çocuğu başına vurarak öldürdüler.
Gözlerini oydular.
Kulaklarını kopardılar.
Küçük bedenini parçaladılar. Göğüs kafesini kırıp kalbini çıkardılar.
Sürüdeki küçük çocuk, büyük bir keyif ve istekle akranının üzerine çullandı.
Kardeşine saldırdı.
Ve onu paramparça etti.

Hiç yorum yok: