Yıl
2060
kızım 18,
ben 47 yaşındayım...
'Baba bizim bayrağımızda sizin zamanınızda
Ay-yıldız varmış neden
şimdi
haç işareti ve anlamını bilmediğim renkler var?
2 arkadaş okulda tavan arasında eski
bir atlas bulmuştuk, o atlasta
gördük daha önce Edirne'den Kars'a kadar Türkiye
toprağı imiş, şimdi neden
o
haritanın 1/5'ine Türkiye diyoruz?
Eskiden her mahallede 1–2 cami varken,
şimdi neden her ilde bir cami
var, dedem bahsetmişti daha önce ezan denen bir şey
varmış, günde 5 defa
camilerden okunurmuş şimdi bu çan sesleri ne baba?
Filistinlilerin zamanında topraklarını
parça parça satarak İsrail'in
kurulmasına sebep olduklarını hiç mi bir yerde
okumadınız da, topraklarımızı
sattırıp
şimdi bu ufacık alana bizi hapsettiniz? Siz atalarınızdan böyle mi
aldınız bu toprakları?
emaneti böyle mi korudunuz? Günden güne topraklarımız satılırken
siz
uyuyor muydunuz baba?
Baba küçükken herkesin beni Ayşegül diye çağırdığını hatırlar gibiyim
şimdi neden bana Angel diyorlar, beni kulağıma
Angel ismini ezanla sen mi
söyledin?
Bizim evin önünden tanklarla geçen Amerikan askerleri kim baba? Her
gün bize hakaret ederek ve sizi her gördükleri ye! rde coplayarak
demokrasi! mi getirdiler
baba? Bize okulda demokrasinin tanımını daha farklı öğretiler sanki
Elime geçen gün bir kitap geçti baba, senin gençliğinden kalan. Biz
Ankara'ya taşınmazdan önce memleketimizin ismi Gaziantep'miş ve 6317
şehit vererek 'Gazi' lik ünvanını kazanmış. Neden şimdi oraya kürdistan
diyorlar baba. Baba hani sizlere kürtlerle
Türkler kardeştir demişler, peki kardeşlerim neden bizi öldürüp
ülkemizde ayrı
devlet kurdular.
Baba o kitapta Atatürk diye birinden de bahsetmişti. O her kimse
1933'te Bursa'da bir nutuk vermiş, ben şimdi bile ne kastettiğini
anlayabiliyorken, sizin gençliğiniz
bu kadar mı cahildi de o uyarıları dikkate almadınız?
Şimdiki kürdistan toprağında yer alan Süleymaniye'de askerimizin başına
çuval
geçirmişler ve sen o dönemde gençtin, hiç mi kanın donmadı baba? Neden
hesap
sormadınız? Bunları görmezden gelen yöneticilerinize?
O az önce bahsettiğim Atatürk size bir hitabe yazmış ve sizi hain
yöneticilere ve uşaklara karşı uyarmış ve hitabenin sonunda da 'Muhtaç
olduğun kudret damarlarındaki
asil kanda mevcuttur' demiş. Baba kanınız o kadar bozuk mu ki ülkemizi
bu hale getirenlerin yakasına yapışmadınız?
Baba Türkiyeli ne demek? Biz Türk çocuğu değil miyiz? Soyumuz belli
değil mi bizim?
O kitapta okumuştum 'Ne mutlu Türküm diyene' yazıyordu. Peki, baba ben neden
mutlu değilim? Türküm demek suçsa ve kötü bir şeyse siz eskiden neden
söylerdiniz?
Baba biz Kurtuluş Savaşı denen bir şey yaşamışız. Kitaba göre
dünyanın gördüğü en
şanlı savaşmış ve o savaşta 4 milyon şehit vermişiz. Madem bu vatandan
bu kadar kolay
vazgeçecektiniz de neden o kadar şehit verdiniz?
Hiç mi kitap okumadınız? Hiç mi sizi uyaran olmadı, hiç mi
göremediniz ülkemizin peşkeş
çekildiğini? eğer farkında olduysanız ve duygusuzca evinizde
oturduysanız sizin
o hainlerden ne farkınız kaldı? Allah'ın huzuruna hangi yüzle
çıkacaksınız baba. 'Vatan
sevgisi imandandır' diye bir hadis varken hadi diyelim ki
Türklüğünüzden vazgeçtiniz
bari İslam'ın emrine uysaydınız.
Senin eski cd'lerden dinledim baba, bizim de bir İstiklal Marşı'mız
varmış. O marşı yanlızca
körü körüne mi ezberlediniz? Atalarımız sizi her fırsatta uyarmış,
demiş ki 'Ey Türk titre ve kendine dön'. Baba ne zaman
titreyeceksiniz? Ankara'yı da kaybettikten sonra mı? Bundan
13 yıl önce titremediyseniz eğer artık hiç bir şey titretemez sizi.
Baba sen son bağımsız olan Türkiye Cumhuriyetini gördün.'Ya devlet
başa, ya kuzgun
leşe' diyebilecek bir Hasan Tahsin, bir Şehit Şahin, bir Sütçü İmam yok
muydu aranızda?
Yazıklar olsun baba sizin gençliğinize!
Bu günleri göreceğime hiç doğmasaydım baba. Türklüğünüzden
utanmadınız hiç olmazsa
insanlığınızdan utansaydınız baba. Bu vatan göz göre göre altınızdan
kayarken
hiç
olmazsa ŞEREFİNİZLE ÖLEMEDİNİZ Mİ?
Bu bana gelen bir e- postaydı burda yayımlamak istedim ve yıllar sonra böyle bir konuyu asla evladımla konuşmak istemem.
12 Kasım 2008 Çarşamba
BESİN HİJYENİ
Dikkat edilmeden satın alınan ya da kullanılan birçok besin, özellikle bağışıklık sistemimizin zayıf olduğu dönemlerde enfeksiyon yaratan bakteriler ve diğer organizmalara maruz kalmamıza neden olabiliyor. Özellikle sıcak havaların yaklaştığı şu günlerde, besin maddelerini satın alırken, kullanırken ya da saklarken birtakım noktalara dikkat etmek gerekiyor. Anadolu Sağlık Merkezi'nden Beslenme ve Diyet Uzmanı Çağatay Demir, besin güvenliğinde dikkat edilmesi gereken noktaları anlattı.
Besin Hijyeni Konusunda Dikkat Edilmesi Gerekenler:
· Ellerinizi yemek hazırladıktan önce ve sonra ve yemek yemeden önce sıcak suda yıkayın.
· Besinleri 4 derece ya da altında muhafaza edin.
· Yemekleri, iç sıcaklığı en az 70 dereceye ulaşıncaya kadar pişirin.
· Etleri ortasındaki pembelikler gidene kadar iyice pişirin. Kırmızı etin iç sıcaklığı en az 70, beyaz etin ise en az 80 derece olana kadar pişirin.
· Tuhaf görünen, kötü kokan yiyecekleri atın, kesinlikle tadına bakmayın.
· Pişmiş ve çiğ besinler için ayrı kesme tahtaları kullanın
· Yüksek protein içeren besinleri 2 saatten fazla oda sıcaklığında bekletmeyin
· Yumurtayı dolaba koyarken yıkamayın, ancak kapalı bir bölümde muhafaza edin.
· Yumurtayı kullanmadan önce yıkayın ve beyazı tamamen katılaşana kadar yaklaşık 10 dk kaynatın.
· Meyve ve sebzeleri soymadan önce akan su altında iyice yıkayın.
· Pişmiş yemekleri en fazla 2 saat sonra bu dolabına koyun. Ancak yemeği sıcak olarak dolaba koymak buzdolabının ısısını düşürerek, buzdolabında bulunan diğer besinlerin bozulmasına neden olabilir. Bu nedenle yemeği oda sıcaklığına geldikten sonra dolaba kaldırın.
· Dolaba kaldırdığınız pişmiş yemekleri, tüketeceğiniz zaman sanki yeniden pişiriyormuş gibi kaynatın.
Besin Çözdürme Sırasında Dikkat Edilmesi Gerekenler:
· Donmuş gıdaları ya mikrodalga fırında ya da buzdolabında çözdürün, oda sıcaklığında ya da kalorifer üzerinde kesinlikle çözdürmeyin.
· Suyunun akıp başka besinleri kontamine etmemesi için muhakkak bir kap içerisinde çözdürün.
· Gıdaları pişirmeden önce tam olarak çözülmüş olduğundan emin olun.
· Çözülmüş gıdaları tekrar dondurmayın.
Alışveriş Sırasında Dikkat Edilmesi Gerekenler:
· Gıdaların son kullanma tarihlerini kontrol ederek en taze olanı alın.
· Ambalajı yırtılmış, ezilmiş ya da zarar görmüş gıdaları, paslı ve şişmiş konserveleri satın almayın.
· Lekeli ve ezilmiş meyve ve sebzeleri almayın.
· Açıkta satılan şarküteri gıdalardan uzak durun. Dolapta muhafaza edilmeyen krema içeren tatlıları satın almayın.
· Ücretsiz ikram edilen yiyecekleri tercih etmeyin.
· Kırık, çatlak ve buzdolabında muhafaza edilmeyen yumurtaları satın almayın.
· Donmuş ve buzdolabında saklanması gereken besinleri alışverişinizin en sonunda satın alın ve derhal dolaba yerleştirin
Besin Hijyeni Konusunda Dikkat Edilmesi Gerekenler:
· Ellerinizi yemek hazırladıktan önce ve sonra ve yemek yemeden önce sıcak suda yıkayın.
· Besinleri 4 derece ya da altında muhafaza edin.
· Yemekleri, iç sıcaklığı en az 70 dereceye ulaşıncaya kadar pişirin.
· Etleri ortasındaki pembelikler gidene kadar iyice pişirin. Kırmızı etin iç sıcaklığı en az 70, beyaz etin ise en az 80 derece olana kadar pişirin.
· Tuhaf görünen, kötü kokan yiyecekleri atın, kesinlikle tadına bakmayın.
· Pişmiş ve çiğ besinler için ayrı kesme tahtaları kullanın
· Yüksek protein içeren besinleri 2 saatten fazla oda sıcaklığında bekletmeyin
· Yumurtayı dolaba koyarken yıkamayın, ancak kapalı bir bölümde muhafaza edin.
· Yumurtayı kullanmadan önce yıkayın ve beyazı tamamen katılaşana kadar yaklaşık 10 dk kaynatın.
· Meyve ve sebzeleri soymadan önce akan su altında iyice yıkayın.
· Pişmiş yemekleri en fazla 2 saat sonra bu dolabına koyun. Ancak yemeği sıcak olarak dolaba koymak buzdolabının ısısını düşürerek, buzdolabında bulunan diğer besinlerin bozulmasına neden olabilir. Bu nedenle yemeği oda sıcaklığına geldikten sonra dolaba kaldırın.
· Dolaba kaldırdığınız pişmiş yemekleri, tüketeceğiniz zaman sanki yeniden pişiriyormuş gibi kaynatın.
Besin Çözdürme Sırasında Dikkat Edilmesi Gerekenler:
· Donmuş gıdaları ya mikrodalga fırında ya da buzdolabında çözdürün, oda sıcaklığında ya da kalorifer üzerinde kesinlikle çözdürmeyin.
· Suyunun akıp başka besinleri kontamine etmemesi için muhakkak bir kap içerisinde çözdürün.
· Gıdaları pişirmeden önce tam olarak çözülmüş olduğundan emin olun.
· Çözülmüş gıdaları tekrar dondurmayın.
Alışveriş Sırasında Dikkat Edilmesi Gerekenler:
· Gıdaların son kullanma tarihlerini kontrol ederek en taze olanı alın.
· Ambalajı yırtılmış, ezilmiş ya da zarar görmüş gıdaları, paslı ve şişmiş konserveleri satın almayın.
· Lekeli ve ezilmiş meyve ve sebzeleri almayın.
· Açıkta satılan şarküteri gıdalardan uzak durun. Dolapta muhafaza edilmeyen krema içeren tatlıları satın almayın.
· Ücretsiz ikram edilen yiyecekleri tercih etmeyin.
· Kırık, çatlak ve buzdolabında muhafaza edilmeyen yumurtaları satın almayın.
· Donmuş ve buzdolabında saklanması gereken besinleri alışverişinizin en sonunda satın alın ve derhal dolaba yerleştirin
BESİN ÖĞELERİ 2
1-YAĞLAR
• Yağ, bize en çok enerji veren besin ögesidir.
• A, D, E ve K vitaminlerini içeren besinleri yağsız yediğimizde, bu vitaminlerin vücudumuz tarafından emilimleri güçleşir.
• Organlarımızın çevresini sararak, dış etkenlere karşı korur.
• Deri altında bulunarak soğuk havalarda vücut ısısını dengeler.
• Yağlar mideyi, karbonhidrat ve proteinlere göre daha geç terk ettiği için tokluk hissinin bir süre devam etmesini sağlar.
• Çok düşük yağlı bir öğün tükettikten yalnızca bir iki saat sonra acıkmamızın nedeni budur.
• Yağlar ayrıca besinlere lezzet verir, yumuşaklık, gevreklik sağlar.
Yağlar yağ asitlerinden oluşur. Yağ asitleri doymuş ve doymamış olmak üzere iki gruba ayrılır. Bunlardan doymuş olanlar oda ısısında sıvı, doymamış olanlar ise katı formdadır. Doymuş yağ asitleri ile tekli doymamış yağ asitleri, hiç yağ yemesek bile vücudumuzdaki karbonhidrat ve proteinlerden üretilebilir. Ancak çoklu doymamış yağ asitleri olan Omega3 ve Omega6 vücudumuzda üretilemezler, bu yüzden bunlara elzem yağ asitleri denir ve bu yağ asitleri mutlaka besinlerle dışarıdan alınmalıdır.
Doymuş Yağ Asitleri Doymamış Yağ Asitleri
Tereyağ
Margarin*
Kuyruk yağı
İç yağı
Kırmızı et, peynir vb.
Tekli Doymamış Çoklu Doymamış
Zeytinyağı Omega6 Omega3
Ayçiçek Yağı
Mısırözü Yağı
Pamuk Yağı
Soya Yağı Yeşil Yapraklı
Sebzeler
Ceviz-Fındık
Soya Yağı
Kanola Yağı
Balık
Deniz Ürünleri
Vücudumuzda üretilebilir Vücudumuzda üretilebilir Vücudumuzda üretilemez Vücudumuzda üretilemez
* Diğer margarinlerden farklı olarak LUNA margarinde; doymamış yağ oranı yüksektir. Omega 3 ve Omega 6 çoklu doymamış yağ asitleri Dünya Sağlık Örgütünün önerdiği oranlarda bulunmaktadır.
2-PROTEİNLER
• Vücut hücrelerinin büyük bir bölümü proteinlerden yapılmıştır.
• Bebeklik, çocukluk, gençlik ve gebelik dönemleri boyunca yeni dokuların yapımı ve yıpranmış hücrelerin onarılması için vücudun proteine ihtiyacı vardır.
• Vücudun karbonhidrat veya yağdan protein yapması mümkün olmadığından dışarıdan protein alması zorunludur.
• Bütün hayvansal ve bitkisel besinlerde protein vardır. Ancak her besindeki protein miktarı ve kalitesi aynı değildir.
• Anne sütü ve yumurta en kaliteli protein kaynaklarıdır. Et, balık, süt ve süt ürünleri de vücudumuz tarafından iyi şekilde kullanılmaktadır. Bitkisel proteinlerin vücutta kullanılma oranları ise daha düşüktür.
3-KARBONHİDRATLAR
• Yiyeceklerimizde en çok bulunan besin ögesidir.
• Karbonhidratlar şeker ve nişasta olmak üzere iki gruba ayrılırlar. Ayrıca yapılarında vücudumuzda sindirilmeyen ancak bazı hastalıklara karşı koruyucu olan posa (lif) bulunur.
• Karbonhidratlar vücudun temel enerji veya kalori kaynağıdır.
• Tüm dokular enerji gereksinimleri için karbonhidratları kullanırlar.
• Çoğunlukla bitkisel kaynaklı besinlerde bulunurlar.
4-MİNERALLER
• İnsan vücudunun yaklaşık %4-5'i minerallerden oluşmuştur. Bunun yarıya yakını kalsiyum, 1/4'ü fosfordur.
• Minerallerin çoğu hücre çalışması için şarttır, bazıları da vücudun kemik ve diş gibi sert dokularının yapıtaşıdır.
• Vücudun sağlıklı olarak büyümesi ve yaşamını sürdürmesi için elzem olduğu bilinen minerallerin başında kalsiyum, fosfor, sodyum, potasyum, klor, magnezyum, demir, bakır, iyot, çinko, flor gibi mineraller gelmektedir.
• Hepsinin vücuttaki görevi farklıdır.
• Çeşitli hayvansal ve bitkisel kaynaklı besinlerde değişik oranlarda bulunurlar.
5-VİTAMİNLER
• Vitaminler büyüme, sinir ve sindirim sistemlerinin normal çalışması, besin ögelerinin verimli olarak kullanılması ve vücudun sağlıklı çalışmasında etkindirler.
• Her vitamin farklı vücut işlevini düzenler. Her birinin görevi çok özel olduğu için biri diğerinin yerine geçemez.
• Vitaminler yağda ve suda eriyen vitaminler olmak üzere iki gruba ayrılırlar.
Suda eriyen vitaminler: B grubu vitaminleri, C vitamini ve folik asit.
Yağda eriyen vitaminler: A, D, E ve K vitaminleri.
6-SU
• Yaşamımız için oksijenden sonra gelen en önemli ögedir.
• İnsan besin almadan haftalarca canlılığını sürdürmesine karşın, susuz ancak birkaç gün yaşayabilir.
• İnsan, vücudundaki karbonhidratlar ve yağın tümünü, proteinlerin yarısını, vücut suyunun da %10'unu yitirdiğinde yaşamı tehlikeye girer. Vücut suyunun %20 oranında eksilmesi ölümle sonuçlanır.
• Vücut işlevlerini düzenler.
• Besin ögeleri ve diğer kimyasal ögeleri hücrelere taşır ve artıkları uzaklaştırır.
• Vücut sıcaklığını düzenlemeye yardımcıdır.
• Yağ, bize en çok enerji veren besin ögesidir.
• A, D, E ve K vitaminlerini içeren besinleri yağsız yediğimizde, bu vitaminlerin vücudumuz tarafından emilimleri güçleşir.
• Organlarımızın çevresini sararak, dış etkenlere karşı korur.
• Deri altında bulunarak soğuk havalarda vücut ısısını dengeler.
• Yağlar mideyi, karbonhidrat ve proteinlere göre daha geç terk ettiği için tokluk hissinin bir süre devam etmesini sağlar.
• Çok düşük yağlı bir öğün tükettikten yalnızca bir iki saat sonra acıkmamızın nedeni budur.
• Yağlar ayrıca besinlere lezzet verir, yumuşaklık, gevreklik sağlar.
Yağlar yağ asitlerinden oluşur. Yağ asitleri doymuş ve doymamış olmak üzere iki gruba ayrılır. Bunlardan doymuş olanlar oda ısısında sıvı, doymamış olanlar ise katı formdadır. Doymuş yağ asitleri ile tekli doymamış yağ asitleri, hiç yağ yemesek bile vücudumuzdaki karbonhidrat ve proteinlerden üretilebilir. Ancak çoklu doymamış yağ asitleri olan Omega3 ve Omega6 vücudumuzda üretilemezler, bu yüzden bunlara elzem yağ asitleri denir ve bu yağ asitleri mutlaka besinlerle dışarıdan alınmalıdır.
Doymuş Yağ Asitleri Doymamış Yağ Asitleri
Tereyağ
Margarin*
Kuyruk yağı
İç yağı
Kırmızı et, peynir vb.
Tekli Doymamış Çoklu Doymamış
Zeytinyağı Omega6 Omega3
Ayçiçek Yağı
Mısırözü Yağı
Pamuk Yağı
Soya Yağı Yeşil Yapraklı
Sebzeler
Ceviz-Fındık
Soya Yağı
Kanola Yağı
Balık
Deniz Ürünleri
Vücudumuzda üretilebilir Vücudumuzda üretilebilir Vücudumuzda üretilemez Vücudumuzda üretilemez
* Diğer margarinlerden farklı olarak LUNA margarinde; doymamış yağ oranı yüksektir. Omega 3 ve Omega 6 çoklu doymamış yağ asitleri Dünya Sağlık Örgütünün önerdiği oranlarda bulunmaktadır.
2-PROTEİNLER
• Vücut hücrelerinin büyük bir bölümü proteinlerden yapılmıştır.
• Bebeklik, çocukluk, gençlik ve gebelik dönemleri boyunca yeni dokuların yapımı ve yıpranmış hücrelerin onarılması için vücudun proteine ihtiyacı vardır.
• Vücudun karbonhidrat veya yağdan protein yapması mümkün olmadığından dışarıdan protein alması zorunludur.
• Bütün hayvansal ve bitkisel besinlerde protein vardır. Ancak her besindeki protein miktarı ve kalitesi aynı değildir.
• Anne sütü ve yumurta en kaliteli protein kaynaklarıdır. Et, balık, süt ve süt ürünleri de vücudumuz tarafından iyi şekilde kullanılmaktadır. Bitkisel proteinlerin vücutta kullanılma oranları ise daha düşüktür.
3-KARBONHİDRATLAR
• Yiyeceklerimizde en çok bulunan besin ögesidir.
• Karbonhidratlar şeker ve nişasta olmak üzere iki gruba ayrılırlar. Ayrıca yapılarında vücudumuzda sindirilmeyen ancak bazı hastalıklara karşı koruyucu olan posa (lif) bulunur.
• Karbonhidratlar vücudun temel enerji veya kalori kaynağıdır.
• Tüm dokular enerji gereksinimleri için karbonhidratları kullanırlar.
• Çoğunlukla bitkisel kaynaklı besinlerde bulunurlar.
4-MİNERALLER
• İnsan vücudunun yaklaşık %4-5'i minerallerden oluşmuştur. Bunun yarıya yakını kalsiyum, 1/4'ü fosfordur.
• Minerallerin çoğu hücre çalışması için şarttır, bazıları da vücudun kemik ve diş gibi sert dokularının yapıtaşıdır.
• Vücudun sağlıklı olarak büyümesi ve yaşamını sürdürmesi için elzem olduğu bilinen minerallerin başında kalsiyum, fosfor, sodyum, potasyum, klor, magnezyum, demir, bakır, iyot, çinko, flor gibi mineraller gelmektedir.
• Hepsinin vücuttaki görevi farklıdır.
• Çeşitli hayvansal ve bitkisel kaynaklı besinlerde değişik oranlarda bulunurlar.
5-VİTAMİNLER
• Vitaminler büyüme, sinir ve sindirim sistemlerinin normal çalışması, besin ögelerinin verimli olarak kullanılması ve vücudun sağlıklı çalışmasında etkindirler.
• Her vitamin farklı vücut işlevini düzenler. Her birinin görevi çok özel olduğu için biri diğerinin yerine geçemez.
• Vitaminler yağda ve suda eriyen vitaminler olmak üzere iki gruba ayrılırlar.
Suda eriyen vitaminler: B grubu vitaminleri, C vitamini ve folik asit.
Yağda eriyen vitaminler: A, D, E ve K vitaminleri.
6-SU
• Yaşamımız için oksijenden sonra gelen en önemli ögedir.
• İnsan besin almadan haftalarca canlılığını sürdürmesine karşın, susuz ancak birkaç gün yaşayabilir.
• İnsan, vücudundaki karbonhidratlar ve yağın tümünü, proteinlerin yarısını, vücut suyunun da %10'unu yitirdiğinde yaşamı tehlikeye girer. Vücut suyunun %20 oranında eksilmesi ölümle sonuçlanır.
• Vücut işlevlerini düzenler.
• Besin ögeleri ve diğer kimyasal ögeleri hücrelere taşır ve artıkları uzaklaştırır.
• Vücut sıcaklığını düzenlemeye yardımcıdır.
BESİN ÖĞELERİ
Besin Öğeleri
İnsanın beslenmesi için gerekli olan ve besinlerin bileşiminde bulunan çeşitli besin öğelerinin tüketilmesi ile elde edilen 40 besin öğesi ,kimyasal yapılarına ve vücudun çalışmasındaki etkinliklerine göre 6 grupta toplanmışlardır.
1. Proteinler,
2. Karbonhidratlar,
3. Yağlar
4. Vitaminler
5. Minaraller,
6- Su,
Olarak gruplandırılırlar.
Her bir besin öğesinin vücutta ayrı ayrı görevleri bulunmaktadır.Bazen tek başına bu görevli üstlenirken asla unutulmaması gereken bir konunun üzerinde dikkatle durmak gerekir .
Bu konu özellikle günümüzde ciddi sağlık sorunlarını da beraberinde getirmektedir
Tek yönlü beslenme ve tek tip gıda tüketimi gibi yanlış ve yetersiz beslenme ile bu 6 temel besin öğeleri vücutta etkin olarak kullanılamaz.
Sağlıklı , yeterli ve dengeli beslenme için gerekli temel besin öğeleri hakkında bilgi sahibi olmak sağlıklı yaşam adına önemli bir adım olacaktır.
İnsanın beslenmesi için gerekli olan ve besinlerin bileşiminde bulunan çeşitli besin öğelerinin tüketilmesi ile elde edilen 40 besin öğesi ,kimyasal yapılarına ve vücudun çalışmasındaki etkinliklerine göre 6 grupta toplanmışlardır.
1. Proteinler,
2. Karbonhidratlar,
3. Yağlar
4. Vitaminler
5. Minaraller,
6- Su,
Olarak gruplandırılırlar.
Her bir besin öğesinin vücutta ayrı ayrı görevleri bulunmaktadır.Bazen tek başına bu görevli üstlenirken asla unutulmaması gereken bir konunun üzerinde dikkatle durmak gerekir .
Bu konu özellikle günümüzde ciddi sağlık sorunlarını da beraberinde getirmektedir
Tek yönlü beslenme ve tek tip gıda tüketimi gibi yanlış ve yetersiz beslenme ile bu 6 temel besin öğeleri vücutta etkin olarak kullanılamaz.
Sağlıklı , yeterli ve dengeli beslenme için gerekli temel besin öğeleri hakkında bilgi sahibi olmak sağlıklı yaşam adına önemli bir adım olacaktır.
SAĞLIKLI BESLENME 2
Sınırsız Sebze ve Meyve
Bol meyve ve sebze tüketmek sağlıklı kalmanın en önde gelen kuralıdır. Günde 4-5 porsiyon sebzenin ve meyve yemek pek çok antioksidanı almanızı sağlayacaktır.
Gün boyunca, hatta yemekten önce bile meyve yiyebilirsiniz. Bu arada hazır meyve suları yerine taze sıkılmış meyve sularını tercih edin.
Kolesterol Yaşlı Gösteriyor
Yapılan araştırmalar kolesterol düzeyi yüksek erkeklerin, gerçek yaşlarından daha büyük göründüklerini gösterdi. İngiliz bilim adamları yaptığı araştırmalar sonucunda, sigara, içki, uykusuzluk ve kötü yaşam kalitesi gibi faktörlerin, insanların olduğundan daha yaşlı görünmesinde önemli rol oynadığını, ancak asıl sorunun, kolesterolden kaynaklandığını belirtti. Yüksek kolesterolün kan damarlarını tıkayarak organlara daha az kan gitmesine yol açıyor ve erken yıpranmalarına neden oluyor.
Kahvaltınızı Yapmadan Güne Başlamayın
Kahvaltıyı mutlaka yapınız, çünkü günün ağır çalışması için gereken enerji gündüz yenen gıdalardan sağlanır.
Tuza Dikkat !
Yemekleri tuz koymadan pişirin. Sofrada ihtiyacı olan istediği kadarını daha sonra ekleyebilir. Tabi ekleyebilmeniz için tansiyonunuzun yüksek olmaması gerekiyor.
Geç Vakitte Yemek Yemeyin
Gece 21'den sonra öğün yemeyiniz. Reflüyü engellemek için yatmadan 2 saat öncesinde yemeyi bırakınız.
Sık ve Az Yiyin
Düzenli beslenmede ana-öğünler arasında 3 saat ara ile ara-öğünler bulunmalıdır. Bu durumda ana öğünler daha hafif yenmelidir. Meyve ve tatlı yemeğin hemen sonrasında değil ara-öğünler olarak tüketilmelidir.
Kolesterol Her Ette Bulunur
*Her türlü hayvansal gıdada bulunduğu gibi Devekuşu , Hindi ve Tavukta da kolesterol vardır. Ancak bu etler daha düşük kolesterol düzeyine sahip oldukları için tercih edilmektedirler. Etin sindirilmesi dahil, ortaya çıkan "üre" gibi yan ürünleri de bedeninize yorgunluk ve bitkinlik vereceğinden hergün et yememenizde fayda var.
Fazla Yemenin Faydası Yok
Et özellikle karaciğer ve böbreğin aşırı yorar. Beyaz et de dahil olmak üzere eti günde 1 kez 100gram'dan fazla yememek gerekir.
Zeytinyağını Fazla Kaçırmayın
Salata ile yenilecek zeytinyağı miktarı kişi başına 2 çorba kaşığını aşmamalıdır. Aksi takdirde yararlı doymamış yağlarla beslenmeye çalışırken aşırı kilo alabilirsiniz.
Karbonhidrata Dikkat
Bir öğünde yenilecek karbonhidrat çeşidi ekmek, pilav ya da makarnadan yalnızca biri olmalıdır.
Sağlıklı Pişirme Yöntemleri
Düşük ısıda buğulama en sağlıklı pişirme yöntemidir. Mikrodalga, yüksek ısı (haşlama ) ya da basınç altında (düdüklü tencere) proteinler, vitaminler, mineraller ve antioksidanlar tahrip olmaktadırlar. Mikrodalga kullanımı ise yalnızca ısıtma amaçlı olmalıdır.
Rafine Şeker ve Beyaz Ekmeği Tercih Etmeyin
Beyaz şeker yerine esmer şeker, beyaz ekmek yerine kepekli ekmeği tercih ediniz. Rafine şeker ve rafine karbonhidratlar kana hızlı karışır ve aşırı insülin salgılanmasına neden olarak pankreası zorlarlar. Bu da Diyabet( şeker ) hastalığının başlamasını hızlandırır. Kepekli ürünler B vitamini içerir, hem insanı uzun süre tok tutar hem de lif içeriği ile bağırsakların çalışmasını rahatlatırlar.
Kolesterolünüzü Omega Yağları ile Dengeleyin
Omega yağ asitleri karaciğerin ürettiği kolesterolü dengelemektedirler. Omega-3 en fazla balıkta, Omega-6 ise ceviz ve fındıkta bulunur. Kanola yağı daiçerdiği omega-3 yağı ile popüler olmuştur.
Omega-6'nın fazlası Zararlı
Omega-6 kaynağı olan fındık tercihen tanınmış ihraç edilen bir marka olmalı ve günde ortalama 5 adet kadar yenmemelidir. Eğer yemeklerde (pilav,makarna) fındık yağı kullanılıyorsa ayrıca fındık yemeğe gerek kalmayacaktır. Çünkü fazla alındığında omega-6 yağı vücuttaki yağ dengesini bozacaktır.
Omega-6 Kaynağı Tahin
Tahin iyi bir omega-6 kaynağı olup yine ölçülü yenmelidir. Tahin helvası günlük 1 kibrit kutusu kadar yenebilir. Tahin-pekmez karşımı da 1-2 çorba kaşığı kadar yenmelidir.
Vücudunuzun Ayrıca Tatlıya İhtiyacı Yok
İnsanın tatlı veya şeker ihtiyacı bulunmamaktadır. Halihazırda yediğiniz her ekmek ya da pilav karaciğer tarafından vücudun ihtiyacı olan şekere çevrilmektedir. Böylece düzenli olarak karbonhidrat alan bir kişide kan şekeri düzeyi sabit tutulmaktadır. Hassas bir şekilde ayarlanmış olan bu düzenin varlığına rağmen, herhangi bir tatlı isteği Hurma, Kuru İncir ve Kuru Kayısı gibi daha sağlıklı seçeneklerle giderilebilir.
Kaşar Peynirine Dikkat !
Kaşar peynirini her ne kadar diyet ürünler arasından seçmiş olsanız da, yüksek oranda kolesterol içermeye devam edecektir. Bu yüzden diyet-kaşar peyniri de günde 2 ince dilimden fazla yenilmemelidir.
Kolesterolü Yüksek Deniz Ürünleri
Kabuklu deniz canlıları( midye, istakoz, kalamar ) yüksek oranda kolesterol içerirler, bu yüzden balık haricinde başka deniz ürünü tercih edilmemelidir.
Tavuk Göğsünün Kolesterolü Düşük
Kilosu ve kolesterolü yüksek olanlar tavuğun göğüs etini tercih etmeliler. Daha yağlı olan kanat ve but etleri ise kolesterolden zengindirler. Tavuğun derisini sıyırıp pişirmek yağ oranını azaltacaktır.
Kafeinsiz Kahve İçebilirsiniz
Kafeinsiz kahve içilebilir. Ancak kimyasal olmayan kafein giderme yöntemi uygulanmış olan Nescafe , Maxwell , Jacobs , Gloria Jeans markaları tercih edilmelidir. Starbuck's ürünlerinden Cafe Mocha Decaf dışındakiler risk içermektedirler.
Günlük Yağ İhtiyacınızı Hesaplayın
Vücudunuzun belli bir miktarda yağa da ihtiyacı vardır. Günlük kişisel yağ ihtiyacı kilogram başına 1 gramdır. 90kg'luk biri 90gram yağ ihtiyacının üçte birini(30 gram) gün boyunca yediği hayvansal gıdalardan alacaktır. Üçte ikisini ise (60 gram) salata, sebze yemeği, pilav ya da makarnaya koyulan zeytinyağı ile karşılayabilir. (60 gram 1/3 su bardağı kadardır)
Spor HDL'yi Yükselterek Kolesterolü Düşürür
Spor yapıldıkça yararlı kolesterol(HDL) artar, zararlı kolesterol(LDL) azalır. Kolesterolü dengelemek için diyetin yanı sıra hafif mutlaka spor da yapılmalıdır. Bu amaçla yürümek kalp sağlığınız için en ideal egzersizdir. Hergün en azından yarım saat yürümelisiniz. 30 dakikada 3 km katetmeniz kalbiniz için yararlı ritmi yakalamanız için yeterli olacaktır.
Bibere Son !
Karabiber ve pul biber sindirim sisteminizi tahriş etmekten başka bir işe yaramaz. Gastrit ve ülser olmak istemiyorsanız bir an önce karabiberi ve pul biberi bırakın.
Bol meyve ve sebze tüketmek sağlıklı kalmanın en önde gelen kuralıdır. Günde 4-5 porsiyon sebzenin ve meyve yemek pek çok antioksidanı almanızı sağlayacaktır.
Gün boyunca, hatta yemekten önce bile meyve yiyebilirsiniz. Bu arada hazır meyve suları yerine taze sıkılmış meyve sularını tercih edin.
Kolesterol Yaşlı Gösteriyor
Yapılan araştırmalar kolesterol düzeyi yüksek erkeklerin, gerçek yaşlarından daha büyük göründüklerini gösterdi. İngiliz bilim adamları yaptığı araştırmalar sonucunda, sigara, içki, uykusuzluk ve kötü yaşam kalitesi gibi faktörlerin, insanların olduğundan daha yaşlı görünmesinde önemli rol oynadığını, ancak asıl sorunun, kolesterolden kaynaklandığını belirtti. Yüksek kolesterolün kan damarlarını tıkayarak organlara daha az kan gitmesine yol açıyor ve erken yıpranmalarına neden oluyor.
Kahvaltınızı Yapmadan Güne Başlamayın
Kahvaltıyı mutlaka yapınız, çünkü günün ağır çalışması için gereken enerji gündüz yenen gıdalardan sağlanır.
Tuza Dikkat !
Yemekleri tuz koymadan pişirin. Sofrada ihtiyacı olan istediği kadarını daha sonra ekleyebilir. Tabi ekleyebilmeniz için tansiyonunuzun yüksek olmaması gerekiyor.
Geç Vakitte Yemek Yemeyin
Gece 21'den sonra öğün yemeyiniz. Reflüyü engellemek için yatmadan 2 saat öncesinde yemeyi bırakınız.
Sık ve Az Yiyin
Düzenli beslenmede ana-öğünler arasında 3 saat ara ile ara-öğünler bulunmalıdır. Bu durumda ana öğünler daha hafif yenmelidir. Meyve ve tatlı yemeğin hemen sonrasında değil ara-öğünler olarak tüketilmelidir.
Kolesterol Her Ette Bulunur
*Her türlü hayvansal gıdada bulunduğu gibi Devekuşu , Hindi ve Tavukta da kolesterol vardır. Ancak bu etler daha düşük kolesterol düzeyine sahip oldukları için tercih edilmektedirler. Etin sindirilmesi dahil, ortaya çıkan "üre" gibi yan ürünleri de bedeninize yorgunluk ve bitkinlik vereceğinden hergün et yememenizde fayda var.
Fazla Yemenin Faydası Yok
Et özellikle karaciğer ve böbreğin aşırı yorar. Beyaz et de dahil olmak üzere eti günde 1 kez 100gram'dan fazla yememek gerekir.
Zeytinyağını Fazla Kaçırmayın
Salata ile yenilecek zeytinyağı miktarı kişi başına 2 çorba kaşığını aşmamalıdır. Aksi takdirde yararlı doymamış yağlarla beslenmeye çalışırken aşırı kilo alabilirsiniz.
Karbonhidrata Dikkat
Bir öğünde yenilecek karbonhidrat çeşidi ekmek, pilav ya da makarnadan yalnızca biri olmalıdır.
Sağlıklı Pişirme Yöntemleri
Düşük ısıda buğulama en sağlıklı pişirme yöntemidir. Mikrodalga, yüksek ısı (haşlama ) ya da basınç altında (düdüklü tencere) proteinler, vitaminler, mineraller ve antioksidanlar tahrip olmaktadırlar. Mikrodalga kullanımı ise yalnızca ısıtma amaçlı olmalıdır.
Rafine Şeker ve Beyaz Ekmeği Tercih Etmeyin
Beyaz şeker yerine esmer şeker, beyaz ekmek yerine kepekli ekmeği tercih ediniz. Rafine şeker ve rafine karbonhidratlar kana hızlı karışır ve aşırı insülin salgılanmasına neden olarak pankreası zorlarlar. Bu da Diyabet( şeker ) hastalığının başlamasını hızlandırır. Kepekli ürünler B vitamini içerir, hem insanı uzun süre tok tutar hem de lif içeriği ile bağırsakların çalışmasını rahatlatırlar.
Kolesterolünüzü Omega Yağları ile Dengeleyin
Omega yağ asitleri karaciğerin ürettiği kolesterolü dengelemektedirler. Omega-3 en fazla balıkta, Omega-6 ise ceviz ve fındıkta bulunur. Kanola yağı daiçerdiği omega-3 yağı ile popüler olmuştur.
Omega-6'nın fazlası Zararlı
Omega-6 kaynağı olan fındık tercihen tanınmış ihraç edilen bir marka olmalı ve günde ortalama 5 adet kadar yenmemelidir. Eğer yemeklerde (pilav,makarna) fındık yağı kullanılıyorsa ayrıca fındık yemeğe gerek kalmayacaktır. Çünkü fazla alındığında omega-6 yağı vücuttaki yağ dengesini bozacaktır.
Omega-6 Kaynağı Tahin
Tahin iyi bir omega-6 kaynağı olup yine ölçülü yenmelidir. Tahin helvası günlük 1 kibrit kutusu kadar yenebilir. Tahin-pekmez karşımı da 1-2 çorba kaşığı kadar yenmelidir.
Vücudunuzun Ayrıca Tatlıya İhtiyacı Yok
İnsanın tatlı veya şeker ihtiyacı bulunmamaktadır. Halihazırda yediğiniz her ekmek ya da pilav karaciğer tarafından vücudun ihtiyacı olan şekere çevrilmektedir. Böylece düzenli olarak karbonhidrat alan bir kişide kan şekeri düzeyi sabit tutulmaktadır. Hassas bir şekilde ayarlanmış olan bu düzenin varlığına rağmen, herhangi bir tatlı isteği Hurma, Kuru İncir ve Kuru Kayısı gibi daha sağlıklı seçeneklerle giderilebilir.
Kaşar Peynirine Dikkat !
Kaşar peynirini her ne kadar diyet ürünler arasından seçmiş olsanız da, yüksek oranda kolesterol içermeye devam edecektir. Bu yüzden diyet-kaşar peyniri de günde 2 ince dilimden fazla yenilmemelidir.
Kolesterolü Yüksek Deniz Ürünleri
Kabuklu deniz canlıları( midye, istakoz, kalamar ) yüksek oranda kolesterol içerirler, bu yüzden balık haricinde başka deniz ürünü tercih edilmemelidir.
Tavuk Göğsünün Kolesterolü Düşük
Kilosu ve kolesterolü yüksek olanlar tavuğun göğüs etini tercih etmeliler. Daha yağlı olan kanat ve but etleri ise kolesterolden zengindirler. Tavuğun derisini sıyırıp pişirmek yağ oranını azaltacaktır.
Kafeinsiz Kahve İçebilirsiniz
Kafeinsiz kahve içilebilir. Ancak kimyasal olmayan kafein giderme yöntemi uygulanmış olan Nescafe , Maxwell , Jacobs , Gloria Jeans markaları tercih edilmelidir. Starbuck's ürünlerinden Cafe Mocha Decaf dışındakiler risk içermektedirler.
Günlük Yağ İhtiyacınızı Hesaplayın
Vücudunuzun belli bir miktarda yağa da ihtiyacı vardır. Günlük kişisel yağ ihtiyacı kilogram başına 1 gramdır. 90kg'luk biri 90gram yağ ihtiyacının üçte birini(30 gram) gün boyunca yediği hayvansal gıdalardan alacaktır. Üçte ikisini ise (60 gram) salata, sebze yemeği, pilav ya da makarnaya koyulan zeytinyağı ile karşılayabilir. (60 gram 1/3 su bardağı kadardır)
Spor HDL'yi Yükselterek Kolesterolü Düşürür
Spor yapıldıkça yararlı kolesterol(HDL) artar, zararlı kolesterol(LDL) azalır. Kolesterolü dengelemek için diyetin yanı sıra hafif mutlaka spor da yapılmalıdır. Bu amaçla yürümek kalp sağlığınız için en ideal egzersizdir. Hergün en azından yarım saat yürümelisiniz. 30 dakikada 3 km katetmeniz kalbiniz için yararlı ritmi yakalamanız için yeterli olacaktır.
Bibere Son !
Karabiber ve pul biber sindirim sisteminizi tahriş etmekten başka bir işe yaramaz. Gastrit ve ülser olmak istemiyorsanız bir an önce karabiberi ve pul biberi bırakın.
SAĞLIKLI BESLENME

SAĞLIKLI BESLENME
Konuyu Hazırlayan:Hem.Yasemin Yazgünoğlu
Sağlıklı beslenme yeterli ve dengeli beslenmedir.Vücudumuzu oluşturan hücrelerin düzenli ve dengeli çalışması için besin öğelerinden yani yağlar, karbonhidratlar, proteinler, vitaminler ve minerallerden yeterli miktarda almalıyız. Vücudumuzun tüm besin maddelerine ihtiyacı vardır. Tek taraflı beslenmek yani sadece protein veya karbonhidratla beslenmek yanlıştır. Dengeli beslenerek vitaminler, mineraller ve lifler gibi önemli besin maddelerinden de almış oluruz.
Beslenme Piramidi
Beslenme piramidi 5 ana besin grubunu içerir. Piramit en altta yer alan ve sıklıkla tüketilmesi gereken karbonhidratlarla başlar ve daha az tüketilmesi gereken gıdalara doğru gider. Bu besin grupları karbonhidratlar, mineraller, proteinler, yağ ve şekerdir.Beslenme piramidi gıdaların doğru seçimi için rehberiniz olmalıdır.
Karbonhidratlar:Alt grupta yer alan ve sıklıkla tüketilmesi gereken gıdalardır. Karbonhidratlar pirinç, bulgur, makarna gibi tahıllardır.
Mineraller: Sağlıklı yaşam için gereklidir. Mineraller (kalsiyum, bakır, iyot, demir, çinko vb.) sebze ve meyvelerde bulunur, hücre korunması ve sağlıklı diş, kemik, cilt yapısı için önemlidir. Mineraller ayrıca kalp ritmi, kan basıncı, vücuttaki sıvı dengesi gibi daha birçok düzenleyici fonksiyonlarda rol oynar.
Proteinler: Vücudun en etkili kalori yakıcı bölümü olan kas dokusunu güçlendirmek açısından çok önemlidir. Protein ette, süt ürünlerinde ve daha az olarak hububat ürünlerinde bulunmaktadır.
Yağ-şeker: Yağ ve şeker, çok az tüketilmesi gereken gıdalardır fakat A, D, E ve K vitaminleri gibi vücudumuz için önemli vitaminleri taşıma görevi yaptıklarından dolayı sağlığımız için yenilmesi de çok önemlidir. Sıvı ve katı yağlar, şeker ve tatlılar bu grupta yer alır.
Yemek yeme alışkanlığımız zihinsel ve bedensel faaliyetlerimizi etkileyen unsurlardan biridir. Sağlıksız beslenme düşünme ve kavrama yeteneğinin azalmasına ve hafıza kayıplarına neden olur. Günde 8 saat uyuduğunuz halde kendinizi yorgun hissediyor, bedensel, zihinsel faaliyetlerinizde çabuk yoruluyor, hafıza ve düşüncenizde azalma görüyorsanız mutlaka yemek yeme alışkanlığınızı gözden geçirin ve aşağıdaki önerilerimize bir göz atın.
Dengeli Beslenme Önerileri:
Doymuş yağ (tere yağ, kuyruk yağı) oranı yüksek besinleri daha az tüketin.Yeterli miktarda doymamış yağ (ay çiçek, mısırözü, soya, fındık, zeytin yağı) almaya dikkat edin. Yarım yağlı süt, yağsız yoğurt tüketin.Yağlı kırmızı et yerine yağsız et, kuru baklagiller (nohut, mercimek, fasulye gibi) balık ve tavuk tercih edin. Süt ve süt ürünleri de (yoğurt, peynir vb.) tüketilmeli fakat bunlarında az yağlı olmalarına dikkat edilmeli.Yemeklerinizi haşlama, fırında pişirme veya ızgarada pişirme yöntemleriyle pişirirseniz yemeğe eklenecek yağıda azaltmış olursunuz.
Aşırı şekerli gıdalardan kaçınmalı ve hatta çay, kahve gibi içecekler şekersiz içilmeli veya şeker miktarı azaltılmalıdır.
Gıdalardan aldığımız günlük tuz miktarı 6 gr.ı (bir tatlı kaşığı) geçmemelidir. Bu miktara yemeklerden, ekmekten, içeceklerden aldığımız tuz miktarı dahildir. Tuz tüketimi ile yüksek tansiyon arasında ilişki bulunmaktadır. Yüksek tansiyonu olanlar doktorlarının tavsiyesine göre ya hiç tuz kullanmamalı yada miktarını azaltmalıdır.
Güne kahvaltınızı yaparak başlayın. Gece boyu gıda alımı olmadığından beyninizin sabah kalkınca enerjiye ihtiyacı vardır. Daha sonra gıda alımınızı kahvaltıdan başlayarak gün içine yaymanız daha etkin kalori yakmanıza neden olur.Öğünlerinizi önceden belirleyiniz.Mümkünse yediklerinizi 3 ana öğün, 3ara öğüne bölün az ve sık beslenin.Bol su için, yiyecekleri iyice çiğneyin. Her yemek yediğinizde midenin 1/3’ünü boş bırakın. Tam olarak dolu mide sağlığımızın zaman içinde bozulmasına ,erken yaşlanmaya neden olur.Midenizi katı gıdalarla doldurmayın .Katı gıdalarla dolu mide içeriğinin gerekli öz suyu her tarafa dengeli ulaştırması güçleşir ve sindirim zorlaşır. Düzenli yemek yiyenler daha dengeli ve sağlıklı beslenmekte ve ideal kilolarını korumaktadırlar.
Zihinsel faaliyetlerin gerektirdiği enerji kaynaklarının en önemlilerinden biride meyvelerdir. Beynin oksijen dışındaki tek enerjisi glikozdur. Glikoz meyvelerde hazır halde bulunur. Diğer gıdalarla alınan şeker midede yakılarak glikoza çevrilir. Bu nedenle meyveleri aç karnına yemeliyiz.Meyveler yemeklerden 30 dakika önce veya 3 saat sonra alınmalıdır.Mide doluyken alınan meyveler midede kalıp besin değeri kaybolup orada mayalanacağı için bütün sindirim sistemimizi yorar.
Vücudumuzda dakikada 10 milyon hücre ölür ve bir o kadarı da yenilenir. Ortalama 100 günde (beyin ve sinir hücreleri hariç) bütün vücudumuz yenilenir.Düzensiz kötü beslenme yenileme sistemini aksatır. Cildiniz canlılığını, tazeliğini kaybeder ve en önemlisi hastalıklara açık olursunuz. Yorgunluk, çabuk yorulma, baş ağrısı olabilir. Düşünce ve hafıza sistemi bulanıklaşır.Bu nedenlerden dolayı düzenli ve sağlıklı beslenmeye dikkat etmeli ve yemek için yaşamamalı sadece yaşamak için yemeli görüşünü benimsemeliyiz.
10 Kasım 2008 Pazartesi
Beklemeyin
BEKLEMEYİN
· Nazik olmak için bir gülümseme beklemeyin...
· Sevmek için sevilmeyi beklemeyin...
· Bir arkadaşın değerini anlamak için, yalnız kalmayı beklemeyin...
· Çalışmaya başlamak için en iyi işi beklemeyin...
· Biraz paylaşmak için çok olmasını beklemeyin...
· Öğütleri hatırlamak için, düşmeyi beklemeyin...
· Dua ’ya inanmak için acıları beklemeyin...
· Yardım edebilmek için zamanınız olmasını beklemeyin...
· Özür dilemek için diğerinin acı çekmesini beklemeyin...
· … ne de barışmak için ayrılığı Beklemeyin...
· Nazik olmak için bir gülümseme beklemeyin...
· Sevmek için sevilmeyi beklemeyin...
· Bir arkadaşın değerini anlamak için, yalnız kalmayı beklemeyin...
· Çalışmaya başlamak için en iyi işi beklemeyin...
· Biraz paylaşmak için çok olmasını beklemeyin...
· Öğütleri hatırlamak için, düşmeyi beklemeyin...
· Dua ’ya inanmak için acıları beklemeyin...
· Yardım edebilmek için zamanınız olmasını beklemeyin...
· Özür dilemek için diğerinin acı çekmesini beklemeyin...
· … ne de barışmak için ayrılığı Beklemeyin...
Beden Dili
İletişimde beden dili % 60 , ses tonu % 30 , kelimeler
% 10 önem taşır.
İlişkilerde pozitif olmak , olaylara olumlu yönden bakmak çok
önemlidir. Böylece etkili bir iletişim kurulması sağlanabilir.
1- YÜZ : Canlı olun.Mümkün olduğunca gülün.
2- GÖZ : İnsanların yüzüne bakın.Konuşurken gözlerinizi kaçırmayın .
3- JESTLER : Jestlerinizin ( el , kol vs. kullanımı ) sözlerinizle aynı
mesajları vermesini sağlamalısınız.Ellerin kenetlenmesi , kolların
kavuşturulması , ellerinizin çene hizasında olması durumlarından kaçının.
Aşırıya kaçmadan jestlerinizi kullanın.
4- BAŞ HAREKETLERİ : Karşınızdaki konuşurken başınızı ara sıra
aşağı yukarı hareket ettirerek onu dinlediğinizi ve anladığınızı belli
edin.
5- DURUŞ : Sizinle konuşan insanlara bakın. Mümkün olduğu kadar
çok kişiye ara sıra da olsa bakmaya çalışın .
6- TEMAS : Bazı durumlarda yaşı küçüklerle , aynı cins ve sizden daha
alt statüde olanlarla bedensel temas kurun.
7- KONUŞMA : Ses tonu çok önemlidir.Çok fazla konuşmayın.
Toplulukta eşit miktarda konuşun.
% 10 önem taşır.
İlişkilerde pozitif olmak , olaylara olumlu yönden bakmak çok
önemlidir. Böylece etkili bir iletişim kurulması sağlanabilir.
1- YÜZ : Canlı olun.Mümkün olduğunca gülün.
2- GÖZ : İnsanların yüzüne bakın.Konuşurken gözlerinizi kaçırmayın .
3- JESTLER : Jestlerinizin ( el , kol vs. kullanımı ) sözlerinizle aynı
mesajları vermesini sağlamalısınız.Ellerin kenetlenmesi , kolların
kavuşturulması , ellerinizin çene hizasında olması durumlarından kaçının.
Aşırıya kaçmadan jestlerinizi kullanın.
4- BAŞ HAREKETLERİ : Karşınızdaki konuşurken başınızı ara sıra
aşağı yukarı hareket ettirerek onu dinlediğinizi ve anladığınızı belli
edin.
5- DURUŞ : Sizinle konuşan insanlara bakın. Mümkün olduğu kadar
çok kişiye ara sıra da olsa bakmaya çalışın .
6- TEMAS : Bazı durumlarda yaşı küçüklerle , aynı cins ve sizden daha
alt statüde olanlarla bedensel temas kurun.
7- KONUŞMA : Ses tonu çok önemlidir.Çok fazla konuşmayın.
Toplulukta eşit miktarda konuşun.
Anne Ayı Yavrusuna Nasıl Balık Tutmasını Öğretir
Anne ayı iyi bir avcıdır. Bu bilgisini yavrusuna da aktarmak ister.
Balık avlarken bir iki yaşındaki yavru da annesinin yanındadır. Birlikte suya girerler…
Anne ayı balık yakalar, birlikte yerler.
Bu arada bir gelişme olur. Anne ayı, yakaladığı balığı ağzından suya düşürür, ancak balık ölüdür, yavru ayı onu hemen yakalar.
Bu oyun haftalarca sürer. Anne ayının ağzından düşürdüğü balık her defasında biraz daha canlıdır!... Yavru ayı yine de o balıkları yakalar !...
Suya düşen balıklar her defasında daha canlıdır ama yavru ayı da her gün daha usta bir avcı olmaktadır…
Sonunda yavru ayı kendi başına balık yakalayacak kadar ustalaşır. Anne ayı bunu anlar. Artık ona balık vermez.
Kendi artıklarından yemesini ve çevreden meyve toplamasını engeller. Yanına gelmek isterse ona vurur, taşlar kısacası yanından uzaklaştırır.
Yavru ayı aç kalır…
Bir gün aç, iki gün aç, üç gün aç, artık dayanamaz. Balık tutar. Balık tutmanın aslında çok zor olmadığını anlar. Balık tutmaya devam eder.
Anne ayı çok mutludur. Yavrusuna balık tutmasını öğretmiştir.
Balık avlarken bir iki yaşındaki yavru da annesinin yanındadır. Birlikte suya girerler…
Anne ayı balık yakalar, birlikte yerler.
Bu arada bir gelişme olur. Anne ayı, yakaladığı balığı ağzından suya düşürür, ancak balık ölüdür, yavru ayı onu hemen yakalar.
Bu oyun haftalarca sürer. Anne ayının ağzından düşürdüğü balık her defasında biraz daha canlıdır!... Yavru ayı yine de o balıkları yakalar !...
Suya düşen balıklar her defasında daha canlıdır ama yavru ayı da her gün daha usta bir avcı olmaktadır…
Sonunda yavru ayı kendi başına balık yakalayacak kadar ustalaşır. Anne ayı bunu anlar. Artık ona balık vermez.
Kendi artıklarından yemesini ve çevreden meyve toplamasını engeller. Yanına gelmek isterse ona vurur, taşlar kısacası yanından uzaklaştırır.
Yavru ayı aç kalır…
Bir gün aç, iki gün aç, üç gün aç, artık dayanamaz. Balık tutar. Balık tutmanın aslında çok zor olmadığını anlar. Balık tutmaya devam eder.
Anne ayı çok mutludur. Yavrusuna balık tutmasını öğretmiştir.
Cam Tavan Sendromu
"Bir seyin imkânsiz olduguna inanirsaniz, akliniz bunun neden imkânsiz oldugunu size ispatlamak üzere çalismaya baslar.
Ama bir seyi yapabileceginize inandiginizda, gerçekten inandiginizda, akliniz yapmak üzere çözümler bulma konusunda size yardim etmek için çalismaya baslar"
Dr. David J. Schwartz
Bilim adamlari pirelerin farkli yükseklikte ziplayabildiklerini görürler.
Birkaçini toplayip 30 cm yüksekligindeki bir cam fanusun içine koyarlar.
Metal zemin isitilir. Sicaktan rahatsiz olan pireler ziplayarak kaçmaya çalisirlar ama baslarini tavandaki cama çarparak düserler. Zemin de sicak oldugu için tekrar ziplarlar, tekrar baslarini cama vururlar. Pireler camin ne oldugunu bilmediklerinden, kendilerini neyin engelledigini anlamakta zorluk çekerler. Defalarca kafalarini cama vuran pireler sonunda o zeminde 30 santimden fazla zipla(ya)mamayi ögrenirler. Artik hepsinin 30 cm zipladigi görülünce deneyin ikinci asamasina geçilir ve tavandaki cam kaldirilir. Zemin tekrar isitilir.
Tüm pireler esit yükseklikte, 30 cm ziplarlar! Üzerlerinde cam engeli yoktur, daha yüksege ziplama imkânlari vardir ama buna hiç cesaret edemezler.
Kafalarini cama vura vura ögrendikleri bu sinirlayici 'hayat dersi' ne sadik halde yasarlar. Pirelerin isterlerse kaçma imkânlari vardir ama kaçamazlar. Çünkü engel artik zihinlerindedir. Onlari
sinirlayan dis engel (cam) kalkmistir ama kafalarindaki iç engel (burada 30cm'den fazla ziplanamaz inanci) varligini sürdürmektedir.
Bu deney canlilarin neyi basaramayacaklarini nasil ögrendiklerini göstermektedir.
Bu pirelerin yasadiklarina 'cam tavan sendromu' denir. Bir insanin gelebilecegine inandigi en üst nokta, onun cam tavanidir.
Cam tavaniniz hayallerinizin tavan yüksekligini gösterir.
Insan inandigina denktir. Yapabilecegini düsündügü kadardir.
Ama bir seyi yapabileceginize inandiginizda, gerçekten inandiginizda, akliniz yapmak üzere çözümler bulma konusunda size yardim etmek için çalismaya baslar"
Dr. David J. Schwartz
Bilim adamlari pirelerin farkli yükseklikte ziplayabildiklerini görürler.
Birkaçini toplayip 30 cm yüksekligindeki bir cam fanusun içine koyarlar.
Metal zemin isitilir. Sicaktan rahatsiz olan pireler ziplayarak kaçmaya çalisirlar ama baslarini tavandaki cama çarparak düserler. Zemin de sicak oldugu için tekrar ziplarlar, tekrar baslarini cama vururlar. Pireler camin ne oldugunu bilmediklerinden, kendilerini neyin engelledigini anlamakta zorluk çekerler. Defalarca kafalarini cama vuran pireler sonunda o zeminde 30 santimden fazla zipla(ya)mamayi ögrenirler. Artik hepsinin 30 cm zipladigi görülünce deneyin ikinci asamasina geçilir ve tavandaki cam kaldirilir. Zemin tekrar isitilir.
Tüm pireler esit yükseklikte, 30 cm ziplarlar! Üzerlerinde cam engeli yoktur, daha yüksege ziplama imkânlari vardir ama buna hiç cesaret edemezler.
Kafalarini cama vura vura ögrendikleri bu sinirlayici 'hayat dersi' ne sadik halde yasarlar. Pirelerin isterlerse kaçma imkânlari vardir ama kaçamazlar. Çünkü engel artik zihinlerindedir. Onlari
sinirlayan dis engel (cam) kalkmistir ama kafalarindaki iç engel (burada 30cm'den fazla ziplanamaz inanci) varligini sürdürmektedir.
Bu deney canlilarin neyi basaramayacaklarini nasil ögrendiklerini göstermektedir.
Bu pirelerin yasadiklarina 'cam tavan sendromu' denir. Bir insanin gelebilecegine inandigi en üst nokta, onun cam tavanidir.
Cam tavaniniz hayallerinizin tavan yüksekligini gösterir.
Insan inandigina denktir. Yapabilecegini düsündügü kadardir.
Doğuştan Kör
Brooklyn köprüsünde, bir bahar günü, kör bir adam dilencilik yapıyormuş. Dizlerinin dibine bir tabela koymuş. Üzerinde "DOĞUŞTAN KÖR" yazılı imiş. Herkes dilencinin önünden geçip gidiyormuş. Bir REKLAMCI bunu görmüş. Tabelayı almış arkasına bir şeyler yazmış, olduğu yere tekrar bırakmış.
Ne olduysa olmuş... Gelip geçen ve bu tabeladaki yeni yazıyı okuyan herkes, başlamış dilencinin önündeki şapkaya, habire para atmaya...
Bir cümle yetmiş, onca kişiyi etkilemeye ve dilencinin şapkasının kısa sürede ağzına kadar parayla dolup taşmasına...
"GÜZEL BİR BAHAR GÜNÜ... AMA BEN BAHARI GÖRMÜYORUM..."
Ne olduysa olmuş... Gelip geçen ve bu tabeladaki yeni yazıyı okuyan herkes, başlamış dilencinin önündeki şapkaya, habire para atmaya...
Bir cümle yetmiş, onca kişiyi etkilemeye ve dilencinin şapkasının kısa sürede ağzına kadar parayla dolup taşmasına...
"GÜZEL BİR BAHAR GÜNÜ... AMA BEN BAHARI GÖRMÜYORUM..."
- Siyah Ve Beyaz Köpekler
Yaşlı kızıldereli reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve oniki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli
o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.
Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri kurt köpeğiydi bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu düşünüyor, dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyacı olduğunu ve renklerinin neden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık.
O merakla, sordu dedesine: Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.
- "Onlar" dedi, "benim için iki simgedir evlat."
- "Neyin simgesi" diye sordu çocuk.
- "İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.
Çocuk, sözün burasında; "mücadele varsa, kazananı da olmalı" diye düşündü ve her çocuğa has, bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:
- "Peki" dedi "Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"
Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa.
- "Hangisi mi evlat? Ben, hangisini daha iyi beslersem!"
o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.
Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri kurt köpeğiydi bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu düşünüyor, dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyacı olduğunu ve renklerinin neden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık.
O merakla, sordu dedesine: Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.
- "Onlar" dedi, "benim için iki simgedir evlat."
- "Neyin simgesi" diye sordu çocuk.
- "İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.
Çocuk, sözün burasında; "mücadele varsa, kazananı da olmalı" diye düşündü ve her çocuğa has, bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:
- "Peki" dedi "Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"
Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa.
- "Hangisi mi evlat? Ben, hangisini daha iyi beslersem!"
Tutacak Bir Eliniz Olsun
Bir yaz günü plajda oturuyor kumlarla oynayan iki çocuğu seyrediyordum...
Her ikisi de deniz kıyısında kapılarıyla, kuleleriyle, tünelleriyle, kocaman bir kale yapmak için beraberce harıl harıl çalışıyorlardı...
Kale neredeyse tamamlanmışken büyük bir dalga gelip kaleyi bozdu...
Herşey bir anda ıslak bir kum yığınına dönüşmüştü...
Bütün uğraşlarının bir anda gözlerinin önünde yok olduğunu gören çocukların gözyaşlarına boğulboğulmalarını bekliyordum...
Ama çocuklar beni şaşırttı...
Ağlamak yerine, ikisi de kalkıp el ele tutuştular ve gülerek kıyıdan biraz daha uzaklaşıp yeni bir kale yapmaya giriştiler...
Çocukların o anda bana önemli bir ders verdiklerini farkettim...
Hayatınızdaki herşey yapmak için üstünde çok zaman ve enerji sarfettiğimiz her karmaşık yapı aslında kumdan yapılmşlardır...
Sadece başka insanlarla kurduğumuz ilişkiler ayakta sağlam kalabilir...
Er ya da geç bir dalga gelip kurmak çin yoğun çaba sarfettiğimiz çalışmaları anında yıkabilir...
Böyle bir durum karşısında, sadece yanında tutacak bir eli olan insan gülümseyebilir...
Her ikisi de deniz kıyısında kapılarıyla, kuleleriyle, tünelleriyle, kocaman bir kale yapmak için beraberce harıl harıl çalışıyorlardı...
Kale neredeyse tamamlanmışken büyük bir dalga gelip kaleyi bozdu...
Herşey bir anda ıslak bir kum yığınına dönüşmüştü...
Bütün uğraşlarının bir anda gözlerinin önünde yok olduğunu gören çocukların gözyaşlarına boğulboğulmalarını bekliyordum...
Ama çocuklar beni şaşırttı...
Ağlamak yerine, ikisi de kalkıp el ele tutuştular ve gülerek kıyıdan biraz daha uzaklaşıp yeni bir kale yapmaya giriştiler...
Çocukların o anda bana önemli bir ders verdiklerini farkettim...
Hayatınızdaki herşey yapmak için üstünde çok zaman ve enerji sarfettiğimiz her karmaşık yapı aslında kumdan yapılmşlardır...
Sadece başka insanlarla kurduğumuz ilişkiler ayakta sağlam kalabilir...
Er ya da geç bir dalga gelip kurmak çin yoğun çaba sarfettiğimiz çalışmaları anında yıkabilir...
Böyle bir durum karşısında, sadece yanında tutacak bir eli olan insan gülümseyebilir...
İnsan Her Yaşta Bir Şeyler Öğrenir
Jackson Brown'ın "Şu Hayatta Neler Öğrendik Neler" adlı kitapçığından
okuyalım bazılarını...
* Kendimi neşelendirmek istediğim zaman en iyi yolun başka birini
neşelendirmeye çalışmak olduğunu öğrendim. Yaş:13
* Bir bebeğin evlilik sorunlarını çözemeyeceğini öğrendim. Yaş: 24
* Bir tartışmayı tatlıya bağlamadan yatağa gidilmemesi gerektiğini
öğrendim. Yaş: 29
* İnsanın kendisinden daha sorunlu birisiyle evlenmemesi gerektiğini
öğrendim. Yaş: 31
* İşyerinde romantik ilişkiler aranmaması gerektiğini öğrendim. Yaş:31
* Çalıştırdığımız insanlara iyi davrandığımızda, onların da müşteriye iyi
davrandıklarını öğrendim. Yaş: 49
* Bir toplantıda zekâmı ya da sohbetimi göstermek konusunda tercih yapmak
gerektiğinde sohbeti seçmemin daha iyi olacağını öğrendim. Yaş:53
* İnsanlara iyi davranmanın hiçbir maliyeti olmadığını öğrendim. Yaş:66
* Gerçekten yaşamaya başlamak için emeklilik beklenirse, çok uzun bir
süre beklenilmiş olunacağını öğrendim. Yaş: 67
* İyi kalpli olmanın mükemmel olmaktan daha önemli olduğunu öğrendim.
Yaş: 70
* Bir domuza ve bir çocuğa istedikleri her şeyi verirseniz sonuçta çok
iyi bir domuzunuz ve çok kötü bir çocuğunuz olacağını öğrendim. Yaş: 77
* Kiminle evleneceğin kararının hayatta verilen en önemli karar
olduğunu öğrendim. Yaş: 95
okuyalım bazılarını...
* Kendimi neşelendirmek istediğim zaman en iyi yolun başka birini
neşelendirmeye çalışmak olduğunu öğrendim. Yaş:13
* Bir bebeğin evlilik sorunlarını çözemeyeceğini öğrendim. Yaş: 24
* Bir tartışmayı tatlıya bağlamadan yatağa gidilmemesi gerektiğini
öğrendim. Yaş: 29
* İnsanın kendisinden daha sorunlu birisiyle evlenmemesi gerektiğini
öğrendim. Yaş: 31
* İşyerinde romantik ilişkiler aranmaması gerektiğini öğrendim. Yaş:31
* Çalıştırdığımız insanlara iyi davrandığımızda, onların da müşteriye iyi
davrandıklarını öğrendim. Yaş: 49
* Bir toplantıda zekâmı ya da sohbetimi göstermek konusunda tercih yapmak
gerektiğinde sohbeti seçmemin daha iyi olacağını öğrendim. Yaş:53
* İnsanlara iyi davranmanın hiçbir maliyeti olmadığını öğrendim. Yaş:66
* Gerçekten yaşamaya başlamak için emeklilik beklenirse, çok uzun bir
süre beklenilmiş olunacağını öğrendim. Yaş: 67
* İyi kalpli olmanın mükemmel olmaktan daha önemli olduğunu öğrendim.
Yaş: 70
* Bir domuza ve bir çocuğa istedikleri her şeyi verirseniz sonuçta çok
iyi bir domuzunuz ve çok kötü bir çocuğunuz olacağını öğrendim. Yaş: 77
* Kiminle evleneceğin kararının hayatta verilen en önemli karar
olduğunu öğrendim. Yaş: 95
Polyanna'nın Mutluluk Sırları
Evimi bir parti sonrası temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam, bir çok arkadaşım var demektir.
Faturalarımı ödeyebiliyorsam, bir işim var demektir.
Pantolonum biraz sıkıyorsa, aç kalmıyorum demektir.
Gölgem beni izliyorsa, güneş ışığını görüyorum demektir
Otobüsten indiğim yerden işyerime yolu uzun buluyorsam,
yürüyebiliyorum demektir.
Hükümet hakkında eleştiri yapabiliyor ve bu eleştirileri
başkalarından da duyuyorsam, konuşma özgürlüğümüz var demektir.
Otobüs beklerken yanımdaki adam anahtarları ile oynuyor ve ben bu sesten rahatsız oluyorsam, duyuyorum demektir.
Camları silmem , çatıyı onarmam gerekiyorsa bir evim var demektir
Doğal gaz faturam yüklü geliyorsa, ısınıyorum demektir.
Yığınla yıkanacak ve ütülenecek çamaşırlarım varsa, yığınla giyeceğim var demektir.
Çalar saatim sabahın köründe çalıyorsa yaşıyorum demektir
Aksamları kendimi yorgun hissediyor ve bacaklarım ağrıyorsa , O gün üretici olmuşum demektir.
VE TÜM BUNLARIN FARKINA VARABİLİYORSAM MUTLUYUM DEMEKTİR
Büyük ve yüksek şeyleri görebilmek için, onlara göre bir ruhumuz olması gerekir;
yoksa onlarda, kendi çamurumuzu görürüz.
Doğru bir kürek suda eğri görünür.
Önemli olan, bir şeyin görülmesi değil, nasıl görüldüğünün bilinmesidir.
Mutluluk sorunsuz bir yaşam değil, onlarla başa çıkabilme yeteneği demektir.
Hayatı yenecek kadar güçlü, hayattan beklentilerini alacak kadar umutlu, umudunu yitirmeyecek kadar inançlı, mutlu ve sevgi dolu günler sizlerin olsun...
Faturalarımı ödeyebiliyorsam, bir işim var demektir.
Pantolonum biraz sıkıyorsa, aç kalmıyorum demektir.
Gölgem beni izliyorsa, güneş ışığını görüyorum demektir
Otobüsten indiğim yerden işyerime yolu uzun buluyorsam,
yürüyebiliyorum demektir.
Hükümet hakkında eleştiri yapabiliyor ve bu eleştirileri
başkalarından da duyuyorsam, konuşma özgürlüğümüz var demektir.
Otobüs beklerken yanımdaki adam anahtarları ile oynuyor ve ben bu sesten rahatsız oluyorsam, duyuyorum demektir.
Camları silmem , çatıyı onarmam gerekiyorsa bir evim var demektir
Doğal gaz faturam yüklü geliyorsa, ısınıyorum demektir.
Yığınla yıkanacak ve ütülenecek çamaşırlarım varsa, yığınla giyeceğim var demektir.
Çalar saatim sabahın köründe çalıyorsa yaşıyorum demektir
Aksamları kendimi yorgun hissediyor ve bacaklarım ağrıyorsa , O gün üretici olmuşum demektir.
VE TÜM BUNLARIN FARKINA VARABİLİYORSAM MUTLUYUM DEMEKTİR
Büyük ve yüksek şeyleri görebilmek için, onlara göre bir ruhumuz olması gerekir;
yoksa onlarda, kendi çamurumuzu görürüz.
Doğru bir kürek suda eğri görünür.
Önemli olan, bir şeyin görülmesi değil, nasıl görüldüğünün bilinmesidir.
Mutluluk sorunsuz bir yaşam değil, onlarla başa çıkabilme yeteneği demektir.
Hayatı yenecek kadar güçlü, hayattan beklentilerini alacak kadar umutlu, umudunu yitirmeyecek kadar inançlı, mutlu ve sevgi dolu günler sizlerin olsun...
Sevgiye Her Zaman Yer Vardır
Uzakdoğuda bir budist tapınağı bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu ve burada geçerli olan incelik, anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti. Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, kapıda tokmak yada çan, zil türünden ses çıkaran bir gereç yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki “bilgelik arayıcısı” kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sessiz konuşmaları başladı.
Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.
İçerdeki bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve kabı yabancıya uzattı.
Bu yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti.
Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını dolu kabın içindeki suyun üzerine bıraktı. Gül yaprağı suyun üzerinde yüzüyordu ve su taşmamıştı.
İçerdeki budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı.
Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı.
Bu sevgiydi ve sevgiye her zaman yer bulunurdu.
Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.
İçerdeki bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve kabı yabancıya uzattı.
Bu yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti.
Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını dolu kabın içindeki suyun üzerine bıraktı. Gül yaprağı suyun üzerinde yüzüyordu ve su taşmamıştı.
İçerdeki budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı.
Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı.
Bu sevgiydi ve sevgiye her zaman yer bulunurdu.
Rose
Okulun ilk günü, ilk derste profesörümüz, önce kendini tanıttı, sonra "Bu yıl, yepyeni bir öğrencimiz var. Çok ilginç biri bakalım bulabilecek misiniz" dedi... Ayağa kalkıp etrafa bakmaya başlamıştım ki,yumuşak bir el omzuma dokundu... Döndüm... Yüzü iyice kırışmış bir yaşlı hanımefendi, bana gülümseyerek bakıyordu... "Ben Rose" dedi.. "Benim adım Rose, yakışıklı... 87 yaşındayım. Madem tanıştık seni kucaklayabilir miyim?.." Güldüm... "Tabii" dedim... "Hadi sarıl bana..." Öyle sımsıkı sarıldı ki... "Bu kadar genç ve masum yaşta üniversiteye niye geldin" diye şaka yaptım.. Minik bir kahkaha ile yanıtladı:
"Buraya zengin bir koca bulmaya geldim. Evlenip birkaç çocuk doğuracağım. Sonra emekli olup dünya turuna çıkacağım..."
Dersten sonra kantine gidip, birer sütlü çikolata içtik. Hemen arkadaş olmuştuk. Ertesi gün ve ertesi üç ay, sınıftan hep birlikte çıktık ve hep kantinde lafladık... Öyle akıllı ve öyle deneyimliydi ki, onu dinlemekle, derslerden daha çok şey öğrendiğimi hissediyordum.
Sömestr boyunca Rose kampüsün ilahesi oldu. Nereye gitse etrafı çevriliyor, çok çabuk arkadaş ediniyordu. İyi giyinmeyi seviyor, diğer öğrencilerin ilgisini çekmeye bayılıyordu. Rose hayatını yaşıyordu. Hepimizden daha canlı, daha dolu yaşıyordu...
Sömestr sonunda, Futbol Balosuna davet ettik Rose'u... Konuşma yapması için... Orada bize verdiği dersi unutmama imkan yok...
Konuşmasını önceden hazırlamış ve bir yığın karta kocaman kocaman yazmıştı. Elinde bu deste ile kürsüye yürürken, kartları elinden düşürdü. Konuşma darmadağın olmuştu. Şaşkın, biraz da utanmış mikrofona doğru eğildi...
"Ne kadar beceriksizim, değil mi?... Özür dilerim... Buraya gelmeden önce heyecanım yatışsın diye bir duble viski attırdım. Sonucu görüyorsunuz... Şimdi bu kartları toplasam bile onları yeniden sıraya koymam mümkün değil... Onun için en iyisi ben size aklımda kalanları söyleyeyim, olur mu?..."
Biz kahkahalarla gülerken, o bardaktan bir yudum su aldı ve konuşmasına başladı:
"Yaşlandığımız için eğlenmekten, oynamaktan, yaşamaktan vazgeçmeyiz... Eğlenmek, oynamak ve yaşamaktan vazgeçtiğimiz için yaşlanırız. Genç kalmanın, mutlu olmanın ve başarıya ulaşmanın sadece dört sırrı vardır... Hergün gülmek ve yaşama katacak mizah bulmak... Bir rüyanız olmalı mutlak... Rüyalarınızı kaybettiniz mi, ölürsünüz. Etrafımızda dolaşan pek çok kişi aslında ölü ve bundan kendilerinin bile haberi yok...
Yaşlanmakla, büyümek arasında çok büyük bir fark vardır... Eğer 19 yaşındaysanız ve bir yıl hiçbirşey yapmadan, hiçbirşey üretmeden bir yıl sırtüstü yatarsanız, sadece bir yaş yaşlanır, 20 olursunuz... Ben 87 yaşındayım ve ben de bir yıl hiçbirşey yapmadan, hiçbirşey üretmeden sırtüstü yatarsam, 88 yaşımda olurum. Herkes bir yılda bir yaş yaşlanır. Bunun için özel bir yetenek ya da bilgiye ihtiyaç yoktur. Oysa bir yaş daha büyümek için, mutlak birşeyler yapmak, üretmek, kendini geliştirecek fırsatları bulmak ve kullanmak gerekir.
Asla pişman olmayın... Biz yaşlılar, genelde yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan pişman oluruz çünkü... Ölümden korkan insanlar, pişman olanlardır... Pişman olmaktan korktukları için hiçbirşey yapmayanlardır..."
Ders yılı sonunda Rose, yıllarca önce başlayıp, yaşam mücadelesi içinde ara vermek zorunda kaldığı üniversiteyi derece ile bitirdi...
Mezuniyet töreninden bir hafta sonra, uykusunda, huzur içinde öldü. Cenaze törenine 2 binden fazla üniversite öğrencisi katıldı.
"Yapabileceğimiz herşeyi yapmak için asla geç olmayacağını" hepimize hem de nasıl öğreten bu muhteşem kadının anısına layık bir törendi bu...
Rose'un öğretisi aslında dünyanın bütün üniversitelerinde zorunlu ders olmalıydı:
"Çok Geç Diye Bir Zaman Yoktur"
"Buraya zengin bir koca bulmaya geldim. Evlenip birkaç çocuk doğuracağım. Sonra emekli olup dünya turuna çıkacağım..."
Dersten sonra kantine gidip, birer sütlü çikolata içtik. Hemen arkadaş olmuştuk. Ertesi gün ve ertesi üç ay, sınıftan hep birlikte çıktık ve hep kantinde lafladık... Öyle akıllı ve öyle deneyimliydi ki, onu dinlemekle, derslerden daha çok şey öğrendiğimi hissediyordum.
Sömestr boyunca Rose kampüsün ilahesi oldu. Nereye gitse etrafı çevriliyor, çok çabuk arkadaş ediniyordu. İyi giyinmeyi seviyor, diğer öğrencilerin ilgisini çekmeye bayılıyordu. Rose hayatını yaşıyordu. Hepimizden daha canlı, daha dolu yaşıyordu...
Sömestr sonunda, Futbol Balosuna davet ettik Rose'u... Konuşma yapması için... Orada bize verdiği dersi unutmama imkan yok...
Konuşmasını önceden hazırlamış ve bir yığın karta kocaman kocaman yazmıştı. Elinde bu deste ile kürsüye yürürken, kartları elinden düşürdü. Konuşma darmadağın olmuştu. Şaşkın, biraz da utanmış mikrofona doğru eğildi...
"Ne kadar beceriksizim, değil mi?... Özür dilerim... Buraya gelmeden önce heyecanım yatışsın diye bir duble viski attırdım. Sonucu görüyorsunuz... Şimdi bu kartları toplasam bile onları yeniden sıraya koymam mümkün değil... Onun için en iyisi ben size aklımda kalanları söyleyeyim, olur mu?..."
Biz kahkahalarla gülerken, o bardaktan bir yudum su aldı ve konuşmasına başladı:
"Yaşlandığımız için eğlenmekten, oynamaktan, yaşamaktan vazgeçmeyiz... Eğlenmek, oynamak ve yaşamaktan vazgeçtiğimiz için yaşlanırız. Genç kalmanın, mutlu olmanın ve başarıya ulaşmanın sadece dört sırrı vardır... Hergün gülmek ve yaşama katacak mizah bulmak... Bir rüyanız olmalı mutlak... Rüyalarınızı kaybettiniz mi, ölürsünüz. Etrafımızda dolaşan pek çok kişi aslında ölü ve bundan kendilerinin bile haberi yok...
Yaşlanmakla, büyümek arasında çok büyük bir fark vardır... Eğer 19 yaşındaysanız ve bir yıl hiçbirşey yapmadan, hiçbirşey üretmeden bir yıl sırtüstü yatarsanız, sadece bir yaş yaşlanır, 20 olursunuz... Ben 87 yaşındayım ve ben de bir yıl hiçbirşey yapmadan, hiçbirşey üretmeden sırtüstü yatarsam, 88 yaşımda olurum. Herkes bir yılda bir yaş yaşlanır. Bunun için özel bir yetenek ya da bilgiye ihtiyaç yoktur. Oysa bir yaş daha büyümek için, mutlak birşeyler yapmak, üretmek, kendini geliştirecek fırsatları bulmak ve kullanmak gerekir.
Asla pişman olmayın... Biz yaşlılar, genelde yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan pişman oluruz çünkü... Ölümden korkan insanlar, pişman olanlardır... Pişman olmaktan korktukları için hiçbirşey yapmayanlardır..."
Ders yılı sonunda Rose, yıllarca önce başlayıp, yaşam mücadelesi içinde ara vermek zorunda kaldığı üniversiteyi derece ile bitirdi...
Mezuniyet töreninden bir hafta sonra, uykusunda, huzur içinde öldü. Cenaze törenine 2 binden fazla üniversite öğrencisi katıldı.
"Yapabileceğimiz herşeyi yapmak için asla geç olmayacağını" hepimize hem de nasıl öğreten bu muhteşem kadının anısına layık bir törendi bu...
Rose'un öğretisi aslında dünyanın bütün üniversitelerinde zorunlu ders olmalıydı:
"Çok Geç Diye Bir Zaman Yoktur"
Hindistanlı Ressam
Hindistan da çok ünlü bir ressam varmış.
Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş.
Ve onu "Renklerin Ustası" anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da; kısaca Ranga Guru derlermiş.
Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru'ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş.
Ranga Guru ise; “Sen artık ressam sayılırsın Racaçi.
Artık senin resmini halk değerlendirecek” diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş.
Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş.
Raciçi denileni yapmış.
Ve birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor.
Çok üzülmüş tabiî. Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki.
Alıp resmi götürmüş Ranga Guru'ya ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş.
Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş.
Raciçi yeniden yapmış resmi ve gene Ranga Guru'ya götürmüş.
Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru.
Ama bu defa yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı boya, birkaç fırça ile birlikte.
Ve yanına insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile birlikte bırakmasını istemiş.
Raciçi denileni yapmış. Birkaç gün sonra gittiği meydanda görmüş ki resmine hiç dokunulmamış, fırçalar da, boyalar da kullanılmamış.
Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru'ya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış.
Ranga Guru ise;
“Sevgili Raciçi, sen birinci konumda insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşılabileceğini gördün.
Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı.
Oysa ikinci konumda onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin.
Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiçkimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi.
Sevgili Raciçi, mesleğinde usta olman yetmez, bilge de olmalısın.
Emeğinin karşılığını, ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın.
Onlara göre senin emeğinin hiç bir değeri yoktur.
Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma” demiş.
Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş.
Ve onu "Renklerin Ustası" anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da; kısaca Ranga Guru derlermiş.
Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru'ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş.
Ranga Guru ise; “Sen artık ressam sayılırsın Racaçi.
Artık senin resmini halk değerlendirecek” diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş.
Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş.
Raciçi denileni yapmış.
Ve birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor.
Çok üzülmüş tabiî. Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki.
Alıp resmi götürmüş Ranga Guru'ya ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş.
Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş.
Raciçi yeniden yapmış resmi ve gene Ranga Guru'ya götürmüş.
Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru.
Ama bu defa yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı boya, birkaç fırça ile birlikte.
Ve yanına insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile birlikte bırakmasını istemiş.
Raciçi denileni yapmış. Birkaç gün sonra gittiği meydanda görmüş ki resmine hiç dokunulmamış, fırçalar da, boyalar da kullanılmamış.
Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru'ya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış.
Ranga Guru ise;
“Sevgili Raciçi, sen birinci konumda insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşılabileceğini gördün.
Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı.
Oysa ikinci konumda onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin.
Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiçkimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi.
Sevgili Raciçi, mesleğinde usta olman yetmez, bilge de olmalısın.
Emeğinin karşılığını, ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın.
Onlara göre senin emeğinin hiç bir değeri yoktur.
Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma” demiş.
Kalbinizin Sesini Dinleyin
David o gün çok yogundu,seçim kampanyalari devam ediyordu.Aceleyle çevirdigi
telefonda karsisina çikan sarki gibi bir sesle karsilasinca sasirdi.Özür
dileyip kapatti.Ama o hos ses aklindan çikmiyordu. Ertesi gün sabah erkenden
o numarayi aradi.Telefon çalarken kalbi çok hizli çarpiyordu. Evet
karsisinda yine o tatli ses vardi.Kendisini tanitti. Konusmaya basladilar.
Konustukça kizdan daha da Etkileniyordu. Günler geçti.. Hergün onunla
konusuyordu,onun sesini duymadan güne baslayamiyordu. Kizgin oldugunda
sakinlestiriyor,üzgünken neselendiriyor, monoton günlerde yeni heyecanlar
asiliyordu. O soguk kis günleri bu sicacik sesle isinmis ve bahar gelmisti.
Bu arada seçim kampanyalarida çetin bir sekilde devam ediyordu.Bu arada
aklindan ve kalbinden çikaramadigi o kizla evlenmeliyim diye düsünmeye
basladi.Bu kampanyasi içinde olumlu olurdu. Danismani basinin etini
yiyiyordu."
Evlenirsen ,raitingin 10 puan artar diye...Su ana kadar bu konuyu pek ciddi
düsünmemesti. Neden olmasin dedi ve hizla telefonu çevirdi. Hiç nefes
almadan evlenmek istedigini söyledi ,kampanyasini anlatti, hayallerinden
bahsetti, seçimden sonra karayiplerde bir balayindan bile bahsetti. Onun
çoskusu genç kizada
geçmisti. Ama bir anda sessizlesti ve miriltili bir sesle " henüz beni
görmediniz ,ya begenmezseniz." dedi. David" bu kadar güzel bir sesin ve
kalbin sahibi çirkin olamaz herhalde" dedi.Bu arada eski nesesini ve
çoskusunu kaybetmisti. O zaman yarin bulusalim dedi.Bulusacaklari yeri
konustular.
Ertesi gün David heyecanla bulusacaklari yeregeldi.Biraz sonra uzaktan
yaninda köpegi ile güzel bir kiz geliyordu. Acaba o mu diye düsündü. Ama
parkin o kismindaki tek kisi olmasina ragmen ona
bakmiyordu. Uzaklara çok uzaklara bakiyordu. Sanirim o degil dedi.
Kizin gözlerinde günes gözlükleri vardi.Kizin gözlerinin ne renk oldugunu
düsünmeden edemedi.
Kiz David ile telefondaki melegin bulusacagi havuzun yanina kadar geldi. O
da ne! Elinde bir beyaz baston vardi. David saskinlikla ona bakakaldi. Bu o
telefonlarda konustugu melegiydi.Ama o kördü.Ne yapmaliyim diye düsündü.
Kaçip gitmeli mi ? Herseye ragmen elini tutup konusmali ve onunla evlenmeli
miydi ? David yutkundu ve birkaç adim atip,kizin yanindan geçip sessizce
gitti.Parkin disina çiktiginda son birkez dönüp kiza bakti.Kiz hala
uzaklara dogru bakiyor,köpegiyle konusuyor ve David 'i bekliyordu. David
günlerce, onu bekleyen kizin hayalini unutamadi. Sürekli dogruyu yaptigina
kendini inandirmaya çalisiyordu. Bazen eli telefona gidiyor, o gün isim
çikti gelemedim deyip,yine herseye yeniden baslamayi
düsünüyordu. Günler geçti ve seçimler sonuçlandi. David seçimleri kaybetti.
New Jersey valisi olamamisti. Yine avukatliga devam etmeye basladi. Noel
hazirliklarinin devam ettigi o öglen, sekreteri içeri girerek, davanin 25 dk
sonra olacagini hatirlatti. Hizla hazirlandi. Çantasini alip adliyeye
gitti.Yerine geçti oturdu. Önemli bir tecavüz davasi görülüyordu ve sanigi
David savunacakti, isi zordu. Biraz sonra karsi taraf ve hakim de yerlerini
almisti. David ilk taniga sorusunu sordu. Moralinin
bozulmamasi için karsi tarafin avukatina dönüp bakmamisti bile.
2.tanik ile ilgili notlarina bakarken, yüksek topuklu bir ayakkabi
sesi duydu. Karsi tarafin avukati tanigin yanina gidiyordu.
Avukat konusmaya basladi.Bu ses çok sert,acimasiz ama bir o kadar da
Tanidik geldi.Basini kaldirdi daha bir dikkatle bakti. O sirada saçlarini
simsiki topuz yapmis, menekse gözlü, dudaklari bir çizgi gibi kapali
avukatla gözgöze geldi. Iste o anda gözlerinde birden baska bir görüntü
canlandi. Çaglayan gibi omuzlarindan asagi sarkan sari saçlar, heran
gülmeye hazir yürek seklinde dudaklar, melek gibi bir yüz ve güzel bir
vücut. Bu o parktaki kiz olabilir
miydi..? Yoksa halisülasyonlar mi görmeye baslamisti. 2 saat sonra
dava bittiginde hiç bir sey hatirlamiyordu.Yanindan hizla geçen avukatin
pesinden kosup bahçede yakaladi. Tam agzini açip konusacakti ki, o menekse
göze, ta gözbebeklerinin içine kadar simsicak bir sekilde bakti; o çizgi
halindeki dudaklar
güller gibi açarak gülümsedi ve sarki gibi melodik bir ses duyuldu.
" Merhaba o gün parkta sana saka yapmak istemistim. Herseye ragmen
beni isteseydin, cesurca yanima gelip bana telefondaki melegim demis
olsaydin, ya da 1-2 saniye daha bekleyebilseydin, sana evet demek için
gelmistim. Oysa sen kendi kalbini sinavdan geçirdin ve basarisiz oldun. Bu
arada, sürekli aradigin... ya da parktaki günden sonra hiç aramadigin
telefon, ofisimdeki direkt telefondu."
Ve telefondaki melek yürüyüp gitti...
Kalbinizin sesini dinleyin
telefonda karsisina çikan sarki gibi bir sesle karsilasinca sasirdi.Özür
dileyip kapatti.Ama o hos ses aklindan çikmiyordu. Ertesi gün sabah erkenden
o numarayi aradi.Telefon çalarken kalbi çok hizli çarpiyordu. Evet
karsisinda yine o tatli ses vardi.Kendisini tanitti. Konusmaya basladilar.
Konustukça kizdan daha da Etkileniyordu. Günler geçti.. Hergün onunla
konusuyordu,onun sesini duymadan güne baslayamiyordu. Kizgin oldugunda
sakinlestiriyor,üzgünken neselendiriyor, monoton günlerde yeni heyecanlar
asiliyordu. O soguk kis günleri bu sicacik sesle isinmis ve bahar gelmisti.
Bu arada seçim kampanyalarida çetin bir sekilde devam ediyordu.Bu arada
aklindan ve kalbinden çikaramadigi o kizla evlenmeliyim diye düsünmeye
basladi.Bu kampanyasi içinde olumlu olurdu. Danismani basinin etini
yiyiyordu."
Evlenirsen ,raitingin 10 puan artar diye...Su ana kadar bu konuyu pek ciddi
düsünmemesti. Neden olmasin dedi ve hizla telefonu çevirdi. Hiç nefes
almadan evlenmek istedigini söyledi ,kampanyasini anlatti, hayallerinden
bahsetti, seçimden sonra karayiplerde bir balayindan bile bahsetti. Onun
çoskusu genç kizada
geçmisti. Ama bir anda sessizlesti ve miriltili bir sesle " henüz beni
görmediniz ,ya begenmezseniz." dedi. David" bu kadar güzel bir sesin ve
kalbin sahibi çirkin olamaz herhalde" dedi.Bu arada eski nesesini ve
çoskusunu kaybetmisti. O zaman yarin bulusalim dedi.Bulusacaklari yeri
konustular.
Ertesi gün David heyecanla bulusacaklari yeregeldi.Biraz sonra uzaktan
yaninda köpegi ile güzel bir kiz geliyordu. Acaba o mu diye düsündü. Ama
parkin o kismindaki tek kisi olmasina ragmen ona
bakmiyordu. Uzaklara çok uzaklara bakiyordu. Sanirim o degil dedi.
Kizin gözlerinde günes gözlükleri vardi.Kizin gözlerinin ne renk oldugunu
düsünmeden edemedi.
Kiz David ile telefondaki melegin bulusacagi havuzun yanina kadar geldi. O
da ne! Elinde bir beyaz baston vardi. David saskinlikla ona bakakaldi. Bu o
telefonlarda konustugu melegiydi.Ama o kördü.Ne yapmaliyim diye düsündü.
Kaçip gitmeli mi ? Herseye ragmen elini tutup konusmali ve onunla evlenmeli
miydi ? David yutkundu ve birkaç adim atip,kizin yanindan geçip sessizce
gitti.Parkin disina çiktiginda son birkez dönüp kiza bakti.Kiz hala
uzaklara dogru bakiyor,köpegiyle konusuyor ve David 'i bekliyordu. David
günlerce, onu bekleyen kizin hayalini unutamadi. Sürekli dogruyu yaptigina
kendini inandirmaya çalisiyordu. Bazen eli telefona gidiyor, o gün isim
çikti gelemedim deyip,yine herseye yeniden baslamayi
düsünüyordu. Günler geçti ve seçimler sonuçlandi. David seçimleri kaybetti.
New Jersey valisi olamamisti. Yine avukatliga devam etmeye basladi. Noel
hazirliklarinin devam ettigi o öglen, sekreteri içeri girerek, davanin 25 dk
sonra olacagini hatirlatti. Hizla hazirlandi. Çantasini alip adliyeye
gitti.Yerine geçti oturdu. Önemli bir tecavüz davasi görülüyordu ve sanigi
David savunacakti, isi zordu. Biraz sonra karsi taraf ve hakim de yerlerini
almisti. David ilk taniga sorusunu sordu. Moralinin
bozulmamasi için karsi tarafin avukatina dönüp bakmamisti bile.
2.tanik ile ilgili notlarina bakarken, yüksek topuklu bir ayakkabi
sesi duydu. Karsi tarafin avukati tanigin yanina gidiyordu.
Avukat konusmaya basladi.Bu ses çok sert,acimasiz ama bir o kadar da
Tanidik geldi.Basini kaldirdi daha bir dikkatle bakti. O sirada saçlarini
simsiki topuz yapmis, menekse gözlü, dudaklari bir çizgi gibi kapali
avukatla gözgöze geldi. Iste o anda gözlerinde birden baska bir görüntü
canlandi. Çaglayan gibi omuzlarindan asagi sarkan sari saçlar, heran
gülmeye hazir yürek seklinde dudaklar, melek gibi bir yüz ve güzel bir
vücut. Bu o parktaki kiz olabilir
miydi..? Yoksa halisülasyonlar mi görmeye baslamisti. 2 saat sonra
dava bittiginde hiç bir sey hatirlamiyordu.Yanindan hizla geçen avukatin
pesinden kosup bahçede yakaladi. Tam agzini açip konusacakti ki, o menekse
göze, ta gözbebeklerinin içine kadar simsicak bir sekilde bakti; o çizgi
halindeki dudaklar
güller gibi açarak gülümsedi ve sarki gibi melodik bir ses duyuldu.
" Merhaba o gün parkta sana saka yapmak istemistim. Herseye ragmen
beni isteseydin, cesurca yanima gelip bana telefondaki melegim demis
olsaydin, ya da 1-2 saniye daha bekleyebilseydin, sana evet demek için
gelmistim. Oysa sen kendi kalbini sinavdan geçirdin ve basarisiz oldun. Bu
arada, sürekli aradigin... ya da parktaki günden sonra hiç aramadigin
telefon, ofisimdeki direkt telefondu."
Ve telefondaki melek yürüyüp gitti...
Kalbinizin sesini dinleyin
Kemanın Teli
Bu makale Houston Chronicle’dan alınmıştır.
18 Kasım 1995 günü, keman sanatçısı Itzhak Perlman, New York’ta, Lincoln Center’da ki Avery Fisher Salonu’nda bir konser vermek üzere sahneye çıktı. Eğer herhangi bir Perlman konserinde bulunmuşsanız bilirsiniz ki onun için “ sahneye çıkmak ” hiç de küçümsenecek bir başarı değildir. Çocukluk yılların da çocuk felcine yakalanmış olan Perlman’ın her iki bacağında da destekleyici aletler vardır ve ancak kol değneği yardımıyla yürüyebilmektedir. Onu sahne üzerinde her defasında sadece bir adım atabilmek suretiyle acı içinde ve yavaş yavaş yürürken görmek unutulmayacak bir görüntüdür. Ağrılar içinde ama ihtişamla yürümektedir, sandalyesine erişinceye kadar. Sonra oturur ; yavaşça koltuk değneklerini yere koyar, bacaklarında ki atellerin klipslerini açar, bir ayağını geriye iter, ötekini öne uzatır. Daha sonra yere eğilerek kemanını alır, çenesinin altına koyar, orkestra şefine başıyla işaret verir ve çalmaya başlar.
Şu zamana değin, izleyiciler bu rituele alışmışlardır. O, sahnenin bir ucundan sandalyesine doğru ilerlerken sessizce otururlar. Bacaklarında ki klipsleri açarken inanılmaz bir sessizlikle beklemektedirler. Çalmaya hazır olana dek beklerler.
Ancak o konserde bir şeyler ters gitti. Daha birkaç satırı çalmıştı ki kemanın tellerinden bir tanesi koptu. Telin kopma sesini duyabilmek mümkündü, salonun bir ucuna tabancadan fırlayan kurşun gibi girmişti ses. O sesin ne anlama geldiği konusunda yanılmak imkansızdı. Ve bunun akabinde ne yapılması gerektiği konusunda da.....
O gece orada olan insanlar kendi kendilerine şöyle düşündüler :
“ Anlamıştık ki, yeniden ayağa kalkması, atelleri yeniden takması, koltuk değneklerini alması, yavaş yavaş sahne arkasına gitmesi veya yeni bir keman bulması ya da yeni bir tel takması gerekecekti ”
Ama o öyle yapmadı. Bunun yerine bir dakika kadar bekledi, gözlerini kapadı ve sonra Şef'e yeniden başlaması için işaret verdi. Orkestra başladı ve o kaldığı yerden devam etti. Ve daha evvel hiç görülmemiş bir tutku, güç ve saflıkla çaldı. Elbette herkes bilmektedir ki senfonik bir eseri sadece 3 telle çalmak imkansızdır. Bunu ben de bilirim, sen de bilirsin, herkes bilir. Ama o gece Itzhak Perlman bilmeyi reddetmişti. Onu parçayı kafasında modüle ederken, değiştirirken ve yeniden bestelerken görebilirdiniz. Bir noktada, telleri neredeyse yeniden tonlarmışçasına sesler çıkarmaktaydı kemanından, daha evvel hiç vermedikleri sesleri vermelerini sağlamak için....
Bitirdiğinde salonu olağanüstü bir sessizlik kapladı. Ve akabinde seyirciler ayağa kalktı ve tezahürata başladılar. Oditoryumun her yanından inanılmaz bir alkış patladı. Hepimiz ayaktaydık, bağırıyor, ıslık çalıyor, alkışlıyor, yaptığını ne kadar takdir ettiğimizi, beğendiğimizi anlatacak her türlü hareketi yapıyorduk.
Gülümsedi, yüzünden akan terleri sildi, yayını kaldırarak bizi susturdu ve böbürlenerek değil ama sessiz, güçlü, dingin bir tonla şöyle dedi :
“ Bilirsiniz, bazen de sanatçının görevidir, elinde kalanlarla ne kadar daha müzik yapabileceğini bulmak....”
Bu ne güçlü cümledir. Duyduğumdan beri aklımdan çıkmıyor. Ve kim bilir ? Belki de bu bir yaşam tarzıdır ( sanatçılar için değil hepimiz için ) Burada, tüm yaşamını bir kemanın 4 teli ile müzik yapmak üstüne kuran ve birden bire, bir konserin ortasında kendini sadece 3 tel ile bulan bir adam vardır. Öyleyse o da 3 tel ile müzik yapmayı seçer ve o gece yaptığı, sadece 3 telle yaptığı müzik, daha evvel yaptığı, 4 teli varken yaptığı her şeyden daha güzel, daha kutsal, daha unutulmazdı....
O zaman belki de bizim görevimiz, yaşadığımız bu sallantılı, hızla değişen, ürkütücü dünyada kendi müziğimizi yapmaktır ; önce elimizde olan her şeyle ; ve daha sonra bu artık imkansız olduğunda, sadece elimizde kalanlarla....
Jack Riemer
18 Kasım 1995 günü, keman sanatçısı Itzhak Perlman, New York’ta, Lincoln Center’da ki Avery Fisher Salonu’nda bir konser vermek üzere sahneye çıktı. Eğer herhangi bir Perlman konserinde bulunmuşsanız bilirsiniz ki onun için “ sahneye çıkmak ” hiç de küçümsenecek bir başarı değildir. Çocukluk yılların da çocuk felcine yakalanmış olan Perlman’ın her iki bacağında da destekleyici aletler vardır ve ancak kol değneği yardımıyla yürüyebilmektedir. Onu sahne üzerinde her defasında sadece bir adım atabilmek suretiyle acı içinde ve yavaş yavaş yürürken görmek unutulmayacak bir görüntüdür. Ağrılar içinde ama ihtişamla yürümektedir, sandalyesine erişinceye kadar. Sonra oturur ; yavaşça koltuk değneklerini yere koyar, bacaklarında ki atellerin klipslerini açar, bir ayağını geriye iter, ötekini öne uzatır. Daha sonra yere eğilerek kemanını alır, çenesinin altına koyar, orkestra şefine başıyla işaret verir ve çalmaya başlar.
Şu zamana değin, izleyiciler bu rituele alışmışlardır. O, sahnenin bir ucundan sandalyesine doğru ilerlerken sessizce otururlar. Bacaklarında ki klipsleri açarken inanılmaz bir sessizlikle beklemektedirler. Çalmaya hazır olana dek beklerler.
Ancak o konserde bir şeyler ters gitti. Daha birkaç satırı çalmıştı ki kemanın tellerinden bir tanesi koptu. Telin kopma sesini duyabilmek mümkündü, salonun bir ucuna tabancadan fırlayan kurşun gibi girmişti ses. O sesin ne anlama geldiği konusunda yanılmak imkansızdı. Ve bunun akabinde ne yapılması gerektiği konusunda da.....
O gece orada olan insanlar kendi kendilerine şöyle düşündüler :
“ Anlamıştık ki, yeniden ayağa kalkması, atelleri yeniden takması, koltuk değneklerini alması, yavaş yavaş sahne arkasına gitmesi veya yeni bir keman bulması ya da yeni bir tel takması gerekecekti ”
Ama o öyle yapmadı. Bunun yerine bir dakika kadar bekledi, gözlerini kapadı ve sonra Şef'e yeniden başlaması için işaret verdi. Orkestra başladı ve o kaldığı yerden devam etti. Ve daha evvel hiç görülmemiş bir tutku, güç ve saflıkla çaldı. Elbette herkes bilmektedir ki senfonik bir eseri sadece 3 telle çalmak imkansızdır. Bunu ben de bilirim, sen de bilirsin, herkes bilir. Ama o gece Itzhak Perlman bilmeyi reddetmişti. Onu parçayı kafasında modüle ederken, değiştirirken ve yeniden bestelerken görebilirdiniz. Bir noktada, telleri neredeyse yeniden tonlarmışçasına sesler çıkarmaktaydı kemanından, daha evvel hiç vermedikleri sesleri vermelerini sağlamak için....
Bitirdiğinde salonu olağanüstü bir sessizlik kapladı. Ve akabinde seyirciler ayağa kalktı ve tezahürata başladılar. Oditoryumun her yanından inanılmaz bir alkış patladı. Hepimiz ayaktaydık, bağırıyor, ıslık çalıyor, alkışlıyor, yaptığını ne kadar takdir ettiğimizi, beğendiğimizi anlatacak her türlü hareketi yapıyorduk.
Gülümsedi, yüzünden akan terleri sildi, yayını kaldırarak bizi susturdu ve böbürlenerek değil ama sessiz, güçlü, dingin bir tonla şöyle dedi :
“ Bilirsiniz, bazen de sanatçının görevidir, elinde kalanlarla ne kadar daha müzik yapabileceğini bulmak....”
Bu ne güçlü cümledir. Duyduğumdan beri aklımdan çıkmıyor. Ve kim bilir ? Belki de bu bir yaşam tarzıdır ( sanatçılar için değil hepimiz için ) Burada, tüm yaşamını bir kemanın 4 teli ile müzik yapmak üstüne kuran ve birden bire, bir konserin ortasında kendini sadece 3 tel ile bulan bir adam vardır. Öyleyse o da 3 tel ile müzik yapmayı seçer ve o gece yaptığı, sadece 3 telle yaptığı müzik, daha evvel yaptığı, 4 teli varken yaptığı her şeyden daha güzel, daha kutsal, daha unutulmazdı....
O zaman belki de bizim görevimiz, yaşadığımız bu sallantılı, hızla değişen, ürkütücü dünyada kendi müziğimizi yapmaktır ; önce elimizde olan her şeyle ; ve daha sonra bu artık imkansız olduğunda, sadece elimizde kalanlarla....
Jack Riemer
Yaşlı Adamın Oğluna Mektubu
Nebraska'da yasli bir adam yasardi. Patates ekini icin bahceyi bellemesi
gerekiyordu, lakin bu cok zor bir isti. Tek oglu olan David ona yardim
edebilirdi fakat o da hapisteydi.
Yasli adam ogluna bir mektup yazdi ve derdini anlattı.
Sevgili David,
Patates bahcemi belleyemeyecegimden kendimi cok kotu hissediyorum.
Bahceyi kazmak icin oldukca yaslanmis sayilirim. Burada olsan butun
derdim bitecekti. Biliyorum ki sen bahceyi benim icin hallederdin.
Sevgiler Baban
Bir kac gun sonra oglundan bir mektup aldi
Babacigim,
Tanrı askina bahceyi kazma, ben oraya cesetleri gommustum.
Sevgiler David
Ertesi gun sabaha karsi 4'de FBI ve yerel polis cikageldi ve tum sahayi
kazdi lakin hic bir cesede rastlamadilar. Yasli adamdan ozur dileyerek
gittiler. Ayni gun yasli adam oglundan bir mektup daha aldi.
Babacigim,
Simdi patatesleri ekebilirsin. Bu sartlarda yapabilecegimin en iyisini
yaptim.
Sevgiler David...
gerekiyordu, lakin bu cok zor bir isti. Tek oglu olan David ona yardim
edebilirdi fakat o da hapisteydi.
Yasli adam ogluna bir mektup yazdi ve derdini anlattı.
Sevgili David,
Patates bahcemi belleyemeyecegimden kendimi cok kotu hissediyorum.
Bahceyi kazmak icin oldukca yaslanmis sayilirim. Burada olsan butun
derdim bitecekti. Biliyorum ki sen bahceyi benim icin hallederdin.
Sevgiler Baban
Bir kac gun sonra oglundan bir mektup aldi
Babacigim,
Tanrı askina bahceyi kazma, ben oraya cesetleri gommustum.
Sevgiler David
Ertesi gun sabaha karsi 4'de FBI ve yerel polis cikageldi ve tum sahayi
kazdi lakin hic bir cesede rastlamadilar. Yasli adamdan ozur dileyerek
gittiler. Ayni gun yasli adam oglundan bir mektup daha aldi.
Babacigim,
Simdi patatesleri ekebilirsin. Bu sartlarda yapabilecegimin en iyisini
yaptim.
Sevgiler David...
8 Kasım 2008 Cumartesi
SEÇTİKLERİM
Sen gri şehrinde ağladığında bur da yağmur yağar güldüğünde masmavi gökyüzüdür gördüğüm ve güneş saçından yansıyan farklı şehrin havasını solusak da farklı iklimleri yaşasak da fark etmez kim içindekini iki smileyle anlatabilir ki kim beni senden daha iyi anlayabilir ki
1. Ne olurdu saadetlerin en büyüğü
İşte ellerimde al, diyebilseydim
Anlardın ve hiç gitmezdin, değil mi
Bir gün olduğun gibi kal diyebilseydim.
Yazmak güzeldir. Çoğu zaman rahatlar insan yazarak. Dile getiremediği birçok şeyi yazarak daha rahat anlatır. Bir başka dünyadır aslında kimizaman. Sıkıldığımızda, kızdığımızda, korktuğumuzda, kaygılandığımızda, sevindiğimizde ve daha birçok durumda sığındığımız bir dünyadır. Hani kalem kılıçtan keskin derler ya, gerçekten öyle.
Bir başlarsan yazmaya kelimeler birbirini takip eder, akıp gider cümleler.Kimisi hayallerini yazar , kimisininse yazdıklarıdır birer birer hayal olan. Hiçbirşey değişmese bile yine yaz. Belki öyle bir gün gelir ki çok şey değişir. Yaz, çünkü dedim ya yazmak güzeldir...
Zamanın bir yerindeyim yine hesapsız…
Ayları,yılları,seni,onu geride bırakarak yazıyorum yine anlamsızca
Denizleri seviyorsan dalgalarıda seveceksin
Sevilmek istiyorsan önce sevmesini bileceksin…
Her gözle görünen hakikat olsaydı, en büyük hakikat görünmez olmazdı…
Artık eminim her şey içimde istersem büyüyor, bakmasam çürüyor
Duymak isteyen cihanın yetti cümlesine hayatı hayatımdır hayatım hayatıdır cümle alem bunu böyle bile……
Mademki dünyanın sonunda yokluk var sayki yoksun, varmışsın gibi mutlu ol!!!
Hayatı ıskalayan insan keşke diyen insandır.keşke diyen insan hayalperestliğe yol alandır…
Bir sarmaşık olsam sarsam bütün dünyayı
Dallarımın uzandığı her yere merhamet yaysam!!!
Bir tutam mutlulukla sevgi doğar
Bir tutam sevgiyle sevda doğar
Bir tutam sevdayla aşk doğar!!!!
Gel bak bir elimde gökyüzü var hala ötekinde kayıp giden yıldızlar…
Kimseye hak ettiğinden fazla değer vermeyeceksin.ya onu kaybeder yada ondan daha büyük darbeyi yersin..gidişin gerçekten susukun oldu…
AŞK ın açıklamasıııı:
Acılara Şikayetsiz Katlanmak
Simsiyah yine her taraf yanlış düzen yanlış zaman sönüp giden bu ışıklara tek benmiyim hep kan ağlayan...???
Markanın olduğu yerde etiketi ben koyarım
1. Ne olurdu saadetlerin en büyüğü
İşte ellerimde al, diyebilseydim
Anlardın ve hiç gitmezdin, değil mi
Bir gün olduğun gibi kal diyebilseydim.
Yazmak güzeldir. Çoğu zaman rahatlar insan yazarak. Dile getiremediği birçok şeyi yazarak daha rahat anlatır. Bir başka dünyadır aslında kimizaman. Sıkıldığımızda, kızdığımızda, korktuğumuzda, kaygılandığımızda, sevindiğimizde ve daha birçok durumda sığındığımız bir dünyadır. Hani kalem kılıçtan keskin derler ya, gerçekten öyle.
Bir başlarsan yazmaya kelimeler birbirini takip eder, akıp gider cümleler.Kimisi hayallerini yazar , kimisininse yazdıklarıdır birer birer hayal olan. Hiçbirşey değişmese bile yine yaz. Belki öyle bir gün gelir ki çok şey değişir. Yaz, çünkü dedim ya yazmak güzeldir...
Zamanın bir yerindeyim yine hesapsız…
Ayları,yılları,seni,onu geride bırakarak yazıyorum yine anlamsızca
Denizleri seviyorsan dalgalarıda seveceksin
Sevilmek istiyorsan önce sevmesini bileceksin…
Her gözle görünen hakikat olsaydı, en büyük hakikat görünmez olmazdı…
Artık eminim her şey içimde istersem büyüyor, bakmasam çürüyor
Duymak isteyen cihanın yetti cümlesine hayatı hayatımdır hayatım hayatıdır cümle alem bunu böyle bile……
Mademki dünyanın sonunda yokluk var sayki yoksun, varmışsın gibi mutlu ol!!!
Hayatı ıskalayan insan keşke diyen insandır.keşke diyen insan hayalperestliğe yol alandır…
Bir sarmaşık olsam sarsam bütün dünyayı
Dallarımın uzandığı her yere merhamet yaysam!!!
Bir tutam mutlulukla sevgi doğar
Bir tutam sevgiyle sevda doğar
Bir tutam sevdayla aşk doğar!!!!
Gel bak bir elimde gökyüzü var hala ötekinde kayıp giden yıldızlar…
Kimseye hak ettiğinden fazla değer vermeyeceksin.ya onu kaybeder yada ondan daha büyük darbeyi yersin..gidişin gerçekten susukun oldu…
AŞK ın açıklamasıııı:
Acılara Şikayetsiz Katlanmak
Simsiyah yine her taraf yanlış düzen yanlış zaman sönüp giden bu ışıklara tek benmiyim hep kan ağlayan...???
Markanın olduğu yerde etiketi ben koyarım
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)