16 Aralık 2008 Salı

BAZI HİKAYELER TAMDA BİTTİ DEDİĞİNİZ YERDE BAŞLAR

hayatın sayısız oyunları ile dolu bir güne daha uyanmıştı.uyandığında daha beşbuçuktu veiçindeki nedenini bile bilmediği bir sıkıntı onu uyutmamıştı.yataktan kalktı.elini kalbinin üzerine koyup pencereden dışarıya baktı.ortalık daha aydınlanmamıştı.bir saat sona ortalık aydınlanacak hemen penceresinn önündeki ağaca kuşlar konup cıvıl cıvıl ötecekti.ama o bunları düşlünmüyordu.mutfağa gitti.kendine sade sert bir kahve yapıp oturma odasındaki beyaz koltuğuna oturdu.kahvesinden bir yudum alıp tekrar pencerenin önüne gitti.perdenin kenarından dışarıyı seyretti.içindeki onu uyutmayan ve rahatsız eden sıkıntının sebebeni hala bilmiyor ve anlayamıyordu.ne yapsa kurtulabilirdi bu sıkıntıdan?düşünmeye başladı.boş boş ıslak yollara bakıyordu ki çalar saatin sesini duydu.saat yedi olmuştu.kahveside buz gibiydi.odasına dönüp hazırlanmaya başladı.zorlu bir iş günü onu bekliyordu.odasına dönüp hazırlanmaya başladı.zorlu bir işi günü onu bekliyordu.eveden çıktı.caddeler ıslaktı ve hava hafifi sisliydi.güneş bulutların arasından sızmaya çalışıyordu.ama beceremiyordu.bulutlar güneşin önünde kalın bir duvar örmüştü.o bütün bunlara aldırmadan ofisine doğru ilerliyordu.içöndeki nedensiz sıkıntı artık canını sıkmaya başlamıştı.onu içinden atmak kurtulmak istiyordu.çalışmak iyi gelmişti.kafasındaki soru işaretleri onu bir süreliğine rahat bırakmıştı.bunun farkındaydı biraz olsun rahatladı ve mesaiye kalmıştı.içinden bir ses ona eve gitmemesini söylüyordu.o da öyle yaptı.sade bir kahve alıp bilgisayaının başına oturdu aklına kedisi geldi.yola çıktı.birden bir çıtırdı duydu tüm cesaretini toplayıp arkasına döndü fakat sis yüzünden hiç bir şey göremiyordu.arkasından yürüme sesleri duydu korktu.evine doğru koştu.apartmandaki katına çıktı.pencereye giti aşağıya baktı bir adam ona bakıyordu korktu ve hemen perdeyi çekti.çekmez olaydı perdede kırmızı harflerle öleceksin yazıyordu.korkudan koltuğuna çöktü ve birden minik kedisi perinin sesin duydu mutfaktan geliyordu.mutfağa koştu.kapının arlığından baktı ki oda ne bir şey parlıyordu cesarewtini topladı ve kapıyı açtı birii vardı ve elinde bıçak.birden elktrikler geldi ve iyi ki doğdun selinnnnn..iyiki doğdunn selinnnnnnnnnnn.iyiki doğdun iyiki doğdun iyiki doğdun seliiiiiiiiiiiiiiiinnnnnnnnnnnnnn.




komik ve korkunç öyle değilmi. arkadaşım gültenin ablası gülsüme tşk ler.

12 Kasım 2008 Çarşamba

NEDEN BABA?

Yıl
2060
kızım 18,
ben 47 yaşındayım...





'Baba bizim bayrağımızda sizin zamanınızda
Ay-yıldız varmış neden

şimdi
haç işareti ve anlamını bilmediğim renkler var?



2 arkadaş okulda tavan arasında eski
bir atlas bulmuştuk, o atlasta


gördük daha önce Edirne'den Kars'a kadar Türkiye
toprağı imiş, şimdi neden


o
haritanın 1/5'ine Türkiye diyoruz?



Eskiden her mahallede 1–2 cami varken,
şimdi neden her ilde bir cami

var, dedem bahsetmişti daha önce ezan denen bir şey
varmış, günde 5 defa

camilerden okunurmuş şimdi bu çan sesleri ne baba?


Filistinlilerin zamanında topraklarını
parça parça satarak İsrail'in

kurulmasına sebep olduklarını hiç mi bir yerde
okumadınız da, topraklarımızı

sattırıp
şimdi bu ufacık alana bizi hapsettiniz? Siz atalarınızdan böyle mi
aldınız bu toprakları?
emaneti böyle mi korudunuz? Günden güne topraklarımız satılırken
siz
uyuyor muydunuz baba?


Baba küçükken herkesin beni Ayşegül diye çağırdığını hatırlar gibiyim

şimdi neden bana Angel diyorlar, beni kulağıma
Angel ismini ezanla sen mi

söyledin?

Bizim evin önünden tanklarla geçen Amerikan askerleri kim baba? Her
gün bize hakaret ederek ve sizi her gördükleri ye! rde coplayarak
demokrasi! mi getirdiler
baba? Bize okulda demokrasinin tanımını daha farklı öğretiler sanki

Elime geçen gün bir kitap geçti baba, senin gençliğinden kalan. Biz
Ankara'ya taşınmazdan önce memleketimizin ismi Gaziantep'miş ve 6317
şehit vererek 'Gazi' lik ünvanını kazanmış. Neden şimdi oraya kürdistan
diyorlar baba. Baba hani sizlere kürtlerle
Türkler kardeştir demişler, peki kardeşlerim neden bizi öldürüp
ülkemizde ayrı
devlet kurdular.


Baba o kitapta Atatürk diye birinden de bahsetmişti. O her kimse
1933'te Bursa'da bir nutuk vermiş, ben şimdi bile ne kastettiğini
anlayabiliyorken, sizin gençliğiniz
bu kadar mı cahildi de o uyarıları dikkate almadınız?


Şimdiki kürdistan toprağında yer alan Süleymaniye'de askerimizin başına
çuval
geçirmişler ve sen o dönemde gençtin, hiç mi kanın donmadı baba? Neden
hesap
sormadınız? Bunları görmezden gelen yöneticilerinize?


O az önce bahsettiğim Atatürk size bir hitabe yazmış ve sizi hain
yöneticilere ve uşaklara karşı uyarmış ve hitabenin sonunda da 'Muhtaç
olduğun kudret damarlarındaki
asil kanda mevcuttur' demiş. Baba kanınız o kadar bozuk mu ki ülkemizi
bu hale getirenlerin yakasına yapışmadınız?


Baba Türkiyeli ne demek? Biz Türk çocuğu değil miyiz? Soyumuz belli
değil mi bizim?
O kitapta okumuştum 'Ne mutlu Türküm diyene' yazıyordu. Peki, baba ben neden
mutlu değilim? Türküm demek suçsa ve kötü bir şeyse siz eskiden neden
söylerdiniz?


Baba biz Kurtuluş Savaşı denen bir şey yaşamışız. Kitaba göre
dünyanın gördüğü en
şanlı savaşmış ve o savaşta 4 milyon şehit vermişiz. Madem bu vatandan
bu kadar kolay
vazgeçecektiniz de neden o kadar şehit verdiniz?


Hiç mi kitap okumadınız? Hiç mi sizi uyaran olmadı, hiç mi
göremediniz ülkemizin peşkeş
çekildiğini? eğer farkında olduysanız ve duygusuzca evinizde
oturduysanız sizin
o hainlerden ne farkınız kaldı? Allah'ın huzuruna hangi yüzle
çıkacaksınız baba. 'Vatan
sevgisi imandandır' diye bir hadis varken hadi diyelim ki
Türklüğünüzden vazgeçtiniz
bari İslam'ın emrine uysaydınız.


Senin eski cd'lerden dinledim baba, bizim de bir İstiklal Marşı'mız
varmış. O marşı yanlızca
körü körüne mi ezberlediniz? Atalarımız sizi her fırsatta uyarmış,
demiş ki 'Ey Türk titre ve kendine dön'. Baba ne zaman
titreyeceksiniz? Ankara'yı da kaybettikten sonra mı? Bundan
13 yıl önce titremediyseniz eğer artık hiç bir şey titretemez sizi.


Baba sen son bağımsız olan Türkiye Cumhuriyetini gördün.'Ya devlet
başa, ya kuzgun
leşe' diyebilecek bir Hasan Tahsin, bir Şehit Şahin, bir Sütçü İmam yok
muydu aranızda?
Yazıklar olsun baba sizin gençliğinize!


Bu günleri göreceğime hiç doğmasaydım baba. Türklüğünüzden
utanmadınız hiç olmazsa
insanlığınızdan utansaydınız baba. Bu vatan göz göre göre altınızdan
kayarken
hiç
olmazsa ŞEREFİNİZLE ÖLEMEDİNİZ Mİ?
Bu bana gelen bir e- postaydı burda yayımlamak istedim ve yıllar sonra böyle bir konuyu asla evladımla konuşmak istemem.

BESİN HİJYENİ

Dikkat edilmeden satın alınan ya da kullanılan birçok besin, özellikle bağışıklık sistemimizin zayıf olduğu dönemlerde enfeksiyon yaratan bakteriler ve diğer organizmalara maruz kalmamıza neden olabiliyor. Özellikle sıcak havaların yaklaştığı şu günlerde, besin maddelerini satın alırken, kullanırken ya da saklarken birtakım noktalara dikkat etmek gerekiyor. Anadolu Sağlık Merkezi'nden Beslenme ve Diyet Uzmanı Çağatay Demir, besin güvenliğinde dikkat edilmesi gereken noktaları anlattı.
Besin Hijyeni Konusunda Dikkat Edilmesi Gerekenler:

· Ellerinizi yemek hazırladıktan önce ve sonra ve yemek yemeden önce sıcak suda yıkayın.
· Besinleri 4 derece ya da altında muhafaza edin.
· Yemekleri, iç sıcaklığı en az 70 dereceye ulaşıncaya kadar pişirin.
· Etleri ortasındaki pembelikler gidene kadar iyice pişirin. Kırmızı etin iç sıcaklığı en az 70, beyaz etin ise en az 80 derece olana kadar pişirin.
· Tuhaf görünen, kötü kokan yiyecekleri atın, kesinlikle tadına bakmayın.
· Pişmiş ve çiğ besinler için ayrı kesme tahtaları kullanın
· Yüksek protein içeren besinleri 2 saatten fazla oda sıcaklığında bekletmeyin
· Yumurtayı dolaba koyarken yıkamayın, ancak kapalı bir bölümde muhafaza edin.
· Yumurtayı kullanmadan önce yıkayın ve beyazı tamamen katılaşana kadar yaklaşık 10 dk kaynatın.
· Meyve ve sebzeleri soymadan önce akan su altında iyice yıkayın.
· Pişmiş yemekleri en fazla 2 saat sonra bu dolabına koyun. Ancak yemeği sıcak olarak dolaba koymak buzdolabının ısısını düşürerek, buzdolabında bulunan diğer besinlerin bozulmasına neden olabilir. Bu nedenle yemeği oda sıcaklığına geldikten sonra dolaba kaldırın.
· Dolaba kaldırdığınız pişmiş yemekleri, tüketeceğiniz zaman sanki yeniden pişiriyormuş gibi kaynatın.


Besin Çözdürme Sırasında Dikkat Edilmesi Gerekenler:

· Donmuş gıdaları ya mikrodalga fırında ya da buzdolabında çözdürün, oda sıcaklığında ya da kalorifer üzerinde kesinlikle çözdürmeyin.
· Suyunun akıp başka besinleri kontamine etmemesi için muhakkak bir kap içerisinde çözdürün.
· Gıdaları pişirmeden önce tam olarak çözülmüş olduğundan emin olun.
· Çözülmüş gıdaları tekrar dondurmayın.

Alışveriş Sırasında Dikkat Edilmesi Gerekenler:

· Gıdaların son kullanma tarihlerini kontrol ederek en taze olanı alın.
· Ambalajı yırtılmış, ezilmiş ya da zarar görmüş gıdaları, paslı ve şişmiş konserveleri satın almayın.
· Lekeli ve ezilmiş meyve ve sebzeleri almayın.
· Açıkta satılan şarküteri gıdalardan uzak durun. Dolapta muhafaza edilmeyen krema içeren tatlıları satın almayın.
· Ücretsiz ikram edilen yiyecekleri tercih etmeyin.
· Kırık, çatlak ve buzdolabında muhafaza edilmeyen yumurtaları satın almayın.
· Donmuş ve buzdolabında saklanması gereken besinleri alışverişinizin en sonunda satın alın ve derhal dolaba yerleştirin

BESİN ÖĞELERİ 2

1-YAĞLAR

• Yağ, bize en çok enerji veren besin ögesidir.

• A, D, E ve K vitaminlerini içeren besinleri yağsız yediğimizde, bu vitaminlerin vücudumuz tarafından emilimleri güçleşir.

• Organlarımızın çevresini sararak, dış etkenlere karşı korur.

• Deri altında bulunarak soğuk havalarda vücut ısısını dengeler.

• Yağlar mideyi, karbonhidrat ve proteinlere göre daha geç terk ettiği için tokluk hissinin bir süre devam etmesini sağlar.

• Çok düşük yağlı bir öğün tükettikten yalnızca bir iki saat sonra acıkmamızın nedeni budur.

• Yağlar ayrıca besinlere lezzet verir, yumuşaklık, gevreklik sağlar.

Yağlar yağ asitlerinden oluşur. Yağ asitleri doymuş ve doymamış olmak üzere iki gruba ayrılır. Bunlardan doymuş olanlar oda ısısında sıvı, doymamış olanlar ise katı formdadır. Doymuş yağ asitleri ile tekli doymamış yağ asitleri, hiç yağ yemesek bile vücudumuzdaki karbonhidrat ve proteinlerden üretilebilir. Ancak çoklu doymamış yağ asitleri olan Omega3 ve Omega6 vücudumuzda üretilemezler, bu yüzden bunlara elzem yağ asitleri denir ve bu yağ asitleri mutlaka besinlerle dışarıdan alınmalıdır.

Doymuş Yağ Asitleri Doymamış Yağ Asitleri
Tereyağ
Margarin*
Kuyruk yağı
İç yağı
Kırmızı et, peynir vb.
Tekli Doymamış Çoklu Doymamış
Zeytinyağı Omega6 Omega3
Ayçiçek Yağı
Mısırözü Yağı
Pamuk Yağı
Soya Yağı Yeşil Yapraklı
Sebzeler
Ceviz-Fındık
Soya Yağı
Kanola Yağı
Balık
Deniz Ürünleri
Vücudumuzda üretilebilir Vücudumuzda üretilebilir Vücudumuzda üretilemez Vücudumuzda üretilemez

* Diğer margarinlerden farklı olarak LUNA margarinde; doymamış yağ oranı yüksektir. Omega 3 ve Omega 6 çoklu doymamış yağ asitleri Dünya Sağlık Örgütünün önerdiği oranlarda bulunmaktadır.


2-PROTEİNLER

• Vücut hücrelerinin büyük bir bölümü proteinlerden yapılmıştır.

• Bebeklik, çocukluk, gençlik ve gebelik dönemleri boyunca yeni dokuların yapımı ve yıpranmış hücrelerin onarılması için vücudun proteine ihtiyacı vardır.

• Vücudun karbonhidrat veya yağdan protein yapması mümkün olmadığından dışarıdan protein alması zorunludur.

• Bütün hayvansal ve bitkisel besinlerde protein vardır. Ancak her besindeki protein miktarı ve kalitesi aynı değildir.

• Anne sütü ve yumurta en kaliteli protein kaynaklarıdır. Et, balık, süt ve süt ürünleri de vücudumuz tarafından iyi şekilde kullanılmaktadır. Bitkisel proteinlerin vücutta kullanılma oranları ise daha düşüktür.


3-KARBONHİDRATLAR

• Yiyeceklerimizde en çok bulunan besin ögesidir.

• Karbonhidratlar şeker ve nişasta olmak üzere iki gruba ayrılırlar. Ayrıca yapılarında vücudumuzda sindirilmeyen ancak bazı hastalıklara karşı koruyucu olan posa (lif) bulunur.

• Karbonhidratlar vücudun temel enerji veya kalori kaynağıdır.

• Tüm dokular enerji gereksinimleri için karbonhidratları kullanırlar.

• Çoğunlukla bitkisel kaynaklı besinlerde bulunurlar.


4-MİNERALLER

• İnsan vücudunun yaklaşık %4-5'i minerallerden oluşmuştur. Bunun yarıya yakını kalsiyum, 1/4'ü fosfordur.

• Minerallerin çoğu hücre çalışması için şarttır, bazıları da vücudun kemik ve diş gibi sert dokularının yapıtaşıdır.

• Vücudun sağlıklı olarak büyümesi ve yaşamını sürdürmesi için elzem olduğu bilinen minerallerin başında kalsiyum, fosfor, sodyum, potasyum, klor, magnezyum, demir, bakır, iyot, çinko, flor gibi mineraller gelmektedir.

• Hepsinin vücuttaki görevi farklıdır.

• Çeşitli hayvansal ve bitkisel kaynaklı besinlerde değişik oranlarda bulunurlar.


5-VİTAMİNLER

• Vitaminler büyüme, sinir ve sindirim sistemlerinin normal çalışması, besin ögelerinin verimli olarak kullanılması ve vücudun sağlıklı çalışmasında etkindirler.

• Her vitamin farklı vücut işlevini düzenler. Her birinin görevi çok özel olduğu için biri diğerinin yerine geçemez.

• Vitaminler yağda ve suda eriyen vitaminler olmak üzere iki gruba ayrılırlar.

Suda eriyen vitaminler: B grubu vitaminleri, C vitamini ve folik asit.
Yağda eriyen vitaminler: A, D, E ve K vitaminleri.
6-SU

• Yaşamımız için oksijenden sonra gelen en önemli ögedir.

• İnsan besin almadan haftalarca canlılığını sürdürmesine karşın, susuz ancak birkaç gün yaşayabilir.

• İnsan, vücudundaki karbonhidratlar ve yağın tümünü, proteinlerin yarısını, vücut suyunun da %10'unu yitirdiğinde yaşamı tehlikeye girer. Vücut suyunun %20 oranında eksilmesi ölümle sonuçlanır.

• Vücut işlevlerini düzenler.

• Besin ögeleri ve diğer kimyasal ögeleri hücrelere taşır ve artıkları uzaklaştırır.

• Vücut sıcaklığını düzenlemeye yardımcıdır.

BESİN ÖĞELERİ

Besin Öğeleri
İnsanın beslenmesi için gerekli olan ve besinlerin bileşiminde bulunan çeşitli besin öğelerinin tüketilmesi ile elde edilen 40 besin öğesi ,kimyasal yapılarına ve vücudun çalışmasındaki etkinliklerine göre 6 grupta toplanmışlardır.


1. Proteinler,
2. Karbonhidratlar,
3. Yağlar
4. Vitaminler
5. Minaraller,
6- Su,

Olarak gruplandırılırlar.
Her bir besin öğesinin vücutta ayrı ayrı görevleri bulunmaktadır.Bazen tek başına bu görevli üstlenirken asla unutulmaması gereken bir konunun üzerinde dikkatle durmak gerekir .
Bu konu özellikle günümüzde ciddi sağlık sorunlarını da beraberinde getirmektedir
Tek yönlü beslenme ve tek tip gıda tüketimi gibi yanlış ve yetersiz beslenme ile bu 6 temel besin öğeleri vücutta etkin olarak kullanılamaz.
Sağlıklı , yeterli ve dengeli beslenme için gerekli temel besin öğeleri hakkında bilgi sahibi olmak sağlıklı yaşam adına önemli bir adım olacaktır.

SAĞLIKLI BESLENME 2

Sınırsız Sebze ve Meyve

Bol meyve ve sebze tüketmek sağlıklı kalmanın en önde gelen kuralıdır. Günde 4-5 porsiyon sebzenin ve meyve yemek pek çok antioksidanı almanızı sağlayacaktır.

Gün boyunca, hatta yemekten önce bile meyve yiyebilirsiniz. Bu arada hazır meyve suları yerine taze sıkılmış meyve sularını tercih edin.



Kolesterol Yaşlı Gösteriyor

Yapılan araştırmalar kolesterol düzeyi yüksek erkeklerin, gerçek yaşlarından daha büyük göründüklerini gösterdi. İngiliz bilim adamları yaptığı araştırmalar sonucunda, sigara, içki, uykusuzluk ve kötü yaşam kalitesi gibi faktörlerin, insanların olduğundan daha yaşlı görünmesinde önemli rol oynadığını, ancak asıl sorunun, kolesterolden kaynaklandığını belirtti. Yüksek kolesterolün kan damarlarını tıkayarak organlara daha az kan gitmesine yol açıyor ve erken yıpranmalarına neden oluyor.

Kahvaltınızı Yapmadan Güne Başlamayın

Kahvaltıyı mutlaka yapınız, çünkü günün ağır çalışması için gereken enerji gündüz yenen gıdalardan sağlanır.

Tuza Dikkat !

Yemekleri tuz koymadan pişirin. Sofrada ihtiyacı olan istediği kadarını daha sonra ekleyebilir. Tabi ekleyebilmeniz için tansiyonunuzun yüksek olmaması gerekiyor.

Geç Vakitte Yemek Yemeyin

Gece 21'den sonra öğün yemeyiniz. Reflüyü engellemek için yatmadan 2 saat öncesinde yemeyi bırakınız.

Sık ve Az Yiyin

Düzenli beslenmede ana-öğünler arasında 3 saat ara ile ara-öğünler bulunmalıdır. Bu durumda ana öğünler daha hafif yenmelidir. Meyve ve tatlı yemeğin hemen sonrasında değil ara-öğünler olarak tüketilmelidir.

Kolesterol Her Ette Bulunur

*Her türlü hayvansal gıdada bulunduğu gibi Devekuşu , Hindi ve Tavukta da kolesterol vardır. Ancak bu etler daha düşük kolesterol düzeyine sahip oldukları için tercih edilmektedirler. Etin sindirilmesi dahil, ortaya çıkan "üre" gibi yan ürünleri de bedeninize yorgunluk ve bitkinlik vereceğinden hergün et yememenizde fayda var.

Fazla Yemenin Faydası Yok

Et özellikle karaciğer ve böbreğin aşırı yorar. Beyaz et de dahil olmak üzere eti günde 1 kez 100gram'dan fazla yememek gerekir.

Zeytinyağını Fazla Kaçırmayın

Salata ile yenilecek zeytinyağı miktarı kişi başına 2 çorba kaşığını aşmamalıdır. Aksi takdirde yararlı doymamış yağlarla beslenmeye çalışırken aşırı kilo alabilirsiniz.

Karbonhidrata Dikkat

Bir öğünde yenilecek karbonhidrat çeşidi ekmek, pilav ya da makarnadan yalnızca biri olmalıdır.

Sağlıklı Pişirme Yöntemleri

Düşük ısıda buğulama en sağlıklı pişirme yöntemidir. Mikrodalga, yüksek ısı (haşlama ) ya da basınç altında (düdüklü tencere) proteinler, vitaminler, mineraller ve antioksidanlar tahrip olmaktadırlar. Mikrodalga kullanımı ise yalnızca ısıtma amaçlı olmalıdır.

Rafine Şeker ve Beyaz Ekmeği Tercih Etmeyin

Beyaz şeker yerine esmer şeker, beyaz ekmek yerine kepekli ekmeği tercih ediniz. Rafine şeker ve rafine karbonhidratlar kana hızlı karışır ve aşırı insülin salgılanmasına neden olarak pankreası zorlarlar. Bu da Diyabet( şeker ) hastalığının başlamasını hızlandırır. Kepekli ürünler B vitamini içerir, hem insanı uzun süre tok tutar hem de lif içeriği ile bağırsakların çalışmasını rahatlatırlar.

Kolesterolünüzü Omega Yağları ile Dengeleyin

Omega yağ asitleri karaciğerin ürettiği kolesterolü dengelemektedirler. Omega-3 en fazla balıkta, Omega-6 ise ceviz ve fındıkta bulunur. Kanola yağı daiçerdiği omega-3 yağı ile popüler olmuştur.

Omega-6'nın fazlası Zararlı

Omega-6 kaynağı olan fındık tercihen tanınmış ihraç edilen bir marka olmalı ve günde ortalama 5 adet kadar yenmemelidir. Eğer yemeklerde (pilav,makarna) fındık yağı kullanılıyorsa ayrıca fındık yemeğe gerek kalmayacaktır. Çünkü fazla alındığında omega-6 yağı vücuttaki yağ dengesini bozacaktır.

Omega-6 Kaynağı Tahin

Tahin iyi bir omega-6 kaynağı olup yine ölçülü yenmelidir. Tahin helvası günlük 1 kibrit kutusu kadar yenebilir. Tahin-pekmez karşımı da 1-2 çorba kaşığı kadar yenmelidir.

Vücudunuzun Ayrıca Tatlıya İhtiyacı Yok

İnsanın tatlı veya şeker ihtiyacı bulunmamaktadır. Halihazırda yediğiniz her ekmek ya da pilav karaciğer tarafından vücudun ihtiyacı olan şekere çevrilmektedir. Böylece düzenli olarak karbonhidrat alan bir kişide kan şekeri düzeyi sabit tutulmaktadır. Hassas bir şekilde ayarlanmış olan bu düzenin varlığına rağmen, herhangi bir tatlı isteği Hurma, Kuru İncir ve Kuru Kayısı gibi daha sağlıklı seçeneklerle giderilebilir.

Kaşar Peynirine Dikkat !

Kaşar peynirini her ne kadar diyet ürünler arasından seçmiş olsanız da, yüksek oranda kolesterol içermeye devam edecektir. Bu yüzden diyet-kaşar peyniri de günde 2 ince dilimden fazla yenilmemelidir.

Kolesterolü Yüksek Deniz Ürünleri

Kabuklu deniz canlıları( midye, istakoz, kalamar ) yüksek oranda kolesterol içerirler, bu yüzden balık haricinde başka deniz ürünü tercih edilmemelidir.

Tavuk Göğsünün Kolesterolü Düşük

Kilosu ve kolesterolü yüksek olanlar tavuğun göğüs etini tercih etmeliler. Daha yağlı olan kanat ve but etleri ise kolesterolden zengindirler. Tavuğun derisini sıyırıp pişirmek yağ oranını azaltacaktır.

Kafeinsiz Kahve İçebilirsiniz

Kafeinsiz kahve içilebilir. Ancak kimyasal olmayan kafein giderme yöntemi uygulanmış olan Nescafe , Maxwell , Jacobs , Gloria Jeans markaları tercih edilmelidir. Starbuck's ürünlerinden Cafe Mocha Decaf dışındakiler risk içermektedirler.

Günlük Yağ İhtiyacınızı Hesaplayın

Vücudunuzun belli bir miktarda yağa da ihtiyacı vardır. Günlük kişisel yağ ihtiyacı kilogram başına 1 gramdır. 90kg'luk biri 90gram yağ ihtiyacının üçte birini(30 gram) gün boyunca yediği hayvansal gıdalardan alacaktır. Üçte ikisini ise (60 gram) salata, sebze yemeği, pilav ya da makarnaya koyulan zeytinyağı ile karşılayabilir. (60 gram 1/3 su bardağı kadardır)

Spor HDL'yi Yükselterek Kolesterolü Düşürür

Spor yapıldıkça yararlı kolesterol(HDL) artar, zararlı kolesterol(LDL) azalır. Kolesterolü dengelemek için diyetin yanı sıra hafif mutlaka spor da yapılmalıdır. Bu amaçla yürümek kalp sağlığınız için en ideal egzersizdir. Hergün en azından yarım saat yürümelisiniz. 30 dakikada 3 km katetmeniz kalbiniz için yararlı ritmi yakalamanız için yeterli olacaktır.

Bibere Son !

Karabiber ve pul biber sindirim sisteminizi tahriş etmekten başka bir işe yaramaz. Gastrit ve ülser olmak istemiyorsanız bir an önce karabiberi ve pul biberi bırakın.

SAĞLIKLI BESLENME


SAĞLIKLI BESLENME
Konuyu Hazırlayan:Hem.Yasemin Yazgünoğlu

Sağlıklı beslenme yeterli ve dengeli beslenmedir.Vücudumuzu oluşturan hücrelerin düzenli ve dengeli çalışması için besin öğelerinden yani yağlar, karbonhidratlar, proteinler, vitaminler ve minerallerden yeterli miktarda almalıyız. Vücudumuzun tüm besin maddelerine ihtiyacı vardır. Tek taraflı beslenmek yani sadece protein veya karbonhidratla beslenmek yanlıştır. Dengeli beslenerek vitaminler, mineraller ve lifler gibi önemli besin maddelerinden de almış oluruz.



Beslenme Piramidi







Beslenme piramidi 5 ana besin grubunu içerir. Piramit en altta yer alan ve sıklıkla tüketilmesi gereken karbonhidratlarla başlar ve daha az tüketilmesi gereken gıdalara doğru gider. Bu besin grupları karbonhidratlar, mineraller, proteinler, yağ ve şekerdir.Beslenme piramidi gıdaların doğru seçimi için rehberiniz olmalıdır.






Karbonhidratlar:Alt grupta yer alan ve sıklıkla tüketilmesi gereken gıdalardır. Karbonhidratlar pirinç, bulgur, makarna gibi tahıllardır.


Mineraller: Sağlıklı yaşam için gereklidir. Mineraller (kalsiyum, bakır, iyot, demir, çinko vb.) sebze ve meyvelerde bulunur, hücre korunması ve sağlıklı diş, kemik, cilt yapısı için önemlidir. Mineraller ayrıca kalp ritmi, kan basıncı, vücuttaki sıvı dengesi gibi daha birçok düzenleyici fonksiyonlarda rol oynar.



Proteinler: Vücudun en etkili kalori yakıcı bölümü olan kas dokusunu güçlendirmek açısından çok önemlidir. Protein ette, süt ürünlerinde ve daha az olarak hububat ürünlerinde bulunmaktadır.



Yağ-şeker: Yağ ve şeker, çok az tüketilmesi gereken gıdalardır fakat A, D, E ve K vitaminleri gibi vücudumuz için önemli vitaminleri taşıma görevi yaptıklarından dolayı sağlığımız için yenilmesi de çok önemlidir. Sıvı ve katı yağlar, şeker ve tatlılar bu grupta yer alır.

Yemek yeme alışkanlığımız zihinsel ve bedensel faaliyetlerimizi etkileyen unsurlardan biridir. Sağlıksız beslenme düşünme ve kavrama yeteneğinin azalmasına ve hafıza kayıplarına neden olur. Günde 8 saat uyuduğunuz halde kendinizi yorgun hissediyor, bedensel, zihinsel faaliyetlerinizde çabuk yoruluyor, hafıza ve düşüncenizde azalma görüyorsanız mutlaka yemek yeme alışkanlığınızı gözden geçirin ve aşağıdaki önerilerimize bir göz atın.



Dengeli Beslenme Önerileri:

Doymuş yağ (tere yağ, kuyruk yağı) oranı yüksek besinleri daha az tüketin.Yeterli miktarda doymamış yağ (ay çiçek, mısırözü, soya, fındık, zeytin yağı) almaya dikkat edin. Yarım yağlı süt, yağsız yoğurt tüketin.Yağlı kırmızı et yerine yağsız et, kuru baklagiller (nohut, mercimek, fasulye gibi) balık ve tavuk tercih edin. Süt ve süt ürünleri de (yoğurt, peynir vb.) tüketilmeli fakat bunlarında az yağlı olmalarına dikkat edilmeli.Yemeklerinizi haşlama, fırında pişirme veya ızgarada pişirme yöntemleriyle pişirirseniz yemeğe eklenecek yağıda azaltmış olursunuz.

Aşırı şekerli gıdalardan kaçınmalı ve hatta çay, kahve gibi içecekler şekersiz içilmeli veya şeker miktarı azaltılmalıdır.

Gıdalardan aldığımız günlük tuz miktarı 6 gr.ı (bir tatlı kaşığı) geçmemelidir. Bu miktara yemeklerden, ekmekten, içeceklerden aldığımız tuz miktarı dahildir. Tuz tüketimi ile yüksek tansiyon arasında ilişki bulunmaktadır. Yüksek tansiyonu olanlar doktorlarının tavsiyesine göre ya hiç tuz kullanmamalı yada miktarını azaltmalıdır.

Güne kahvaltınızı yaparak başlayın. Gece boyu gıda alımı olmadığından beyninizin sabah kalkınca enerjiye ihtiyacı vardır. Daha sonra gıda alımınızı kahvaltıdan başlayarak gün içine yaymanız daha etkin kalori yakmanıza neden olur.Öğünlerinizi önceden belirleyiniz.Mümkünse yediklerinizi 3 ana öğün, 3ara öğüne bölün az ve sık beslenin.Bol su için, yiyecekleri iyice çiğneyin. Her yemek yediğinizde midenin 1/3’ünü boş bırakın. Tam olarak dolu mide sağlığımızın zaman içinde bozulmasına ,erken yaşlanmaya neden olur.Midenizi katı gıdalarla doldurmayın .Katı gıdalarla dolu mide içeriğinin gerekli öz suyu her tarafa dengeli ulaştırması güçleşir ve sindirim zorlaşır. Düzenli yemek yiyenler daha dengeli ve sağlıklı beslenmekte ve ideal kilolarını korumaktadırlar.

Zihinsel faaliyetlerin gerektirdiği enerji kaynaklarının en önemlilerinden biride meyvelerdir. Beynin oksijen dışındaki tek enerjisi glikozdur. Glikoz meyvelerde hazır halde bulunur. Diğer gıdalarla alınan şeker midede yakılarak glikoza çevrilir. Bu nedenle meyveleri aç karnına yemeliyiz.Meyveler yemeklerden 30 dakika önce veya 3 saat sonra alınmalıdır.Mide doluyken alınan meyveler midede kalıp besin değeri kaybolup orada mayalanacağı için bütün sindirim sistemimizi yorar.

Vücudumuzda dakikada 10 milyon hücre ölür ve bir o kadarı da yenilenir. Ortalama 100 günde (beyin ve sinir hücreleri hariç) bütün vücudumuz yenilenir.Düzensiz kötü beslenme yenileme sistemini aksatır. Cildiniz canlılığını, tazeliğini kaybeder ve en önemlisi hastalıklara açık olursunuz. Yorgunluk, çabuk yorulma, baş ağrısı olabilir. Düşünce ve hafıza sistemi bulanıklaşır.Bu nedenlerden dolayı düzenli ve sağlıklı beslenmeye dikkat etmeli ve yemek için yaşamamalı sadece yaşamak için yemeli görüşünü benimsemeliyiz.

10 Kasım 2008 Pazartesi

Beklemeyin

BEKLEMEYİN

· Nazik olmak için bir gülümseme beklemeyin...
· Sevmek için sevilmeyi beklemeyin...
· Bir arkadaşın değerini anlamak için, yalnız kalmayı beklemeyin...
· Çalışmaya başlamak için en iyi işi beklemeyin...
· Biraz paylaşmak için çok olmasını beklemeyin...
· Öğütleri hatırlamak için, düşmeyi beklemeyin...
· Dua ’ya inanmak için acıları beklemeyin...
· Yardım edebilmek için zamanınız olmasını beklemeyin...
· Özür dilemek için diğerinin acı çekmesini beklemeyin...
· … ne de barışmak için ayrılığı Beklemeyin...

Beden Dili

İletişimde beden dili % 60 , ses tonu % 30 , kelimeler

% 10 önem taşır.


İlişkilerde pozitif olmak , olaylara olumlu yönden bakmak çok

önemlidir. Böylece etkili bir iletişim kurulması sağlanabilir.



1- YÜZ : Canlı olun.Mümkün olduğunca gülün.

2- GÖZ : İnsanların yüzüne bakın.Konuşurken gözlerinizi kaçırmayın .


3- JESTLER : Jestlerinizin ( el , kol vs. kullanımı ) sözlerinizle aynı

mesajları vermesini sağlamalısınız.Ellerin kenetlenmesi , kolların
kavuşturulması , ellerinizin çene hizasında olması durumlarından kaçının.
Aşırıya kaçmadan jestlerinizi kullanın.


4- BAŞ HAREKETLERİ : Karşınızdaki konuşurken başınızı ara sıra

aşağı yukarı hareket ettirerek onu dinlediğinizi ve anladığınızı belli
edin.


5- DURUŞ : Sizinle konuşan insanlara bakın. Mümkün olduğu kadar

çok kişiye ara sıra da olsa bakmaya çalışın .


6- TEMAS : Bazı durumlarda yaşı küçüklerle , aynı cins ve sizden daha

alt statüde olanlarla bedensel temas kurun.


7- KONUŞMA : Ses tonu çok önemlidir.Çok fazla konuşmayın.

Toplulukta eşit miktarda konuşun.

Anne Ayı Yavrusuna Nasıl Balık Tutmasını Öğretir

Anne ayı iyi bir avcıdır. Bu bilgisini yavrusuna da aktarmak ister.

Balık avlarken bir iki yaşındaki yavru da annesinin yanındadır. Birlikte suya girerler…

Anne ayı balık yakalar, birlikte yerler.

Bu arada bir gelişme olur. Anne ayı, yakaladığı balığı ağzından suya düşürür, ancak balık ölüdür, yavru ayı onu hemen yakalar.

Bu oyun haftalarca sürer. Anne ayının ağzından düşürdüğü balık her defasında biraz daha canlıdır!... Yavru ayı yine de o balıkları yakalar !...

Suya düşen balıklar her defasında daha canlıdır ama yavru ayı da her gün daha usta bir avcı olmaktadır…

Sonunda yavru ayı kendi başına balık yakalayacak kadar ustalaşır. Anne ayı bunu anlar. Artık ona balık vermez.

Kendi artıklarından yemesini ve çevreden meyve toplamasını engeller. Yanına gelmek isterse ona vurur, taşlar kısacası yanından uzaklaştırır.

Yavru ayı aç kalır…

Bir gün aç, iki gün aç, üç gün aç, artık dayanamaz. Balık tutar. Balık tutmanın aslında çok zor olmadığını anlar. Balık tutmaya devam eder.

Anne ayı çok mutludur. Yavrusuna balık tutmasını öğretmiştir.

Cam Tavan Sendromu

"Bir seyin imkânsiz olduguna inanirsaniz, akliniz bunun neden imkânsiz oldugunu size ispatlamak üzere çalismaya baslar.
Ama bir seyi yapabileceginize inandiginizda, gerçekten inandiginizda, akliniz yapmak üzere çözümler bulma konusunda size yardim etmek için çalismaya baslar"

Dr. David J. Schwartz

Bilim adamlari pirelerin farkli yükseklikte ziplayabildiklerini görürler.

Birkaçini toplayip 30 cm yüksekligindeki bir cam fanusun içine koyarlar.

Metal zemin isitilir. Sicaktan rahatsiz olan pireler ziplayarak kaçmaya çalisirlar ama baslarini tavandaki cama çarparak düserler. Zemin de sicak oldugu için tekrar ziplarlar, tekrar baslarini cama vururlar. Pireler camin ne oldugunu bilmediklerinden, kendilerini neyin engelledigini anlamakta zorluk çekerler. Defalarca kafalarini cama vuran pireler sonunda o zeminde 30 santimden fazla zipla(ya)mamayi ögrenirler. Artik hepsinin 30 cm zipladigi görülünce deneyin ikinci asamasina geçilir ve tavandaki cam kaldirilir. Zemin tekrar isitilir.

Tüm pireler esit yükseklikte, 30 cm ziplarlar! Üzerlerinde cam engeli yoktur, daha yüksege ziplama imkânlari vardir ama buna hiç cesaret edemezler.

Kafalarini cama vura vura ögrendikleri bu sinirlayici 'hayat dersi' ne sadik halde yasarlar. Pirelerin isterlerse kaçma imkânlari vardir ama kaçamazlar. Çünkü engel artik zihinlerindedir. Onlari
sinirlayan dis engel (cam) kalkmistir ama kafalarindaki iç engel (burada 30cm'den fazla ziplanamaz inanci) varligini sürdürmektedir.
Bu deney canlilarin neyi basaramayacaklarini nasil ögrendiklerini göstermektedir.

Bu pirelerin yasadiklarina 'cam tavan sendromu' denir. Bir insanin gelebilecegine inandigi en üst nokta, onun cam tavanidir.
Cam tavaniniz hayallerinizin tavan yüksekligini gösterir.

Insan inandigina denktir. Yapabilecegini düsündügü kadardir.

Doğuştan Kör

Brooklyn köprüsünde, bir bahar günü, kör bir adam dilencilik yapıyormuş. Dizlerinin dibine bir tabela koymuş. Üzerinde "DOĞUŞTAN KÖR" yazılı imiş. Herkes dilencinin önünden geçip gidiyormuş. Bir REKLAMCI bunu görmüş. Tabelayı almış arkasına bir şeyler yazmış, olduğu yere tekrar bırakmış.

Ne olduysa olmuş... Gelip geçen ve bu tabeladaki yeni yazıyı okuyan herkes, başlamış dilencinin önündeki şapkaya, habire para atmaya...

Bir cümle yetmiş, onca kişiyi etkilemeye ve dilencinin şapkasının kısa sürede ağzına kadar parayla dolup taşmasına...



"GÜZEL BİR BAHAR GÜNÜ... AMA BEN BAHARI GÖRMÜYORUM..."

- Siyah Ve Beyaz Köpekler

Yaşlı kızıldereli reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve oniki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli
o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.

Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri kurt köpeğiydi bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu düşünüyor, dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyacı olduğunu ve renklerinin neden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık.

O merakla, sordu dedesine: Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.

- "Onlar" dedi, "benim için iki simgedir evlat."
- "Neyin simgesi" diye sordu çocuk.
- "İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.

Çocuk, sözün burasında; "mücadele varsa, kazananı da olmalı" diye düşündü ve her çocuğa has, bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:

- "Peki" dedi "Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"

Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa.

- "Hangisi mi evlat? Ben, hangisini daha iyi beslersem!"

Tutacak Bir Eliniz Olsun

Bir yaz günü plajda oturuyor kumlarla oynayan iki çocuğu seyrediyordum...

Her ikisi de deniz kıyısında kapılarıyla, kuleleriyle, tünelleriyle, kocaman bir kale yapmak için beraberce harıl harıl çalışıyorlardı...

Kale neredeyse tamamlanmışken büyük bir dalga gelip kaleyi bozdu...

Herşey bir anda ıslak bir kum yığınına dönüşmüştü...

Bütün uğraşlarının bir anda gözlerinin önünde yok olduğunu gören çocukların gözyaşlarına boğulboğulmalarını bekliyordum...

Ama çocuklar beni şaşırttı...

Ağlamak yerine, ikisi de kalkıp el ele tutuştular ve gülerek kıyıdan biraz daha uzaklaşıp yeni bir kale yapmaya giriştiler...

Çocukların o anda bana önemli bir ders verdiklerini farkettim...

Hayatınızdaki herşey yapmak için üstünde çok zaman ve enerji sarfettiğimiz her karmaşık yapı aslında kumdan yapılmşlardır...

Sadece başka insanlarla kurduğumuz ilişkiler ayakta sağlam kalabilir...

Er ya da geç bir dalga gelip kurmak çin yoğun çaba sarfettiğimiz çalışmaları anında yıkabilir...

Böyle bir durum karşısında, sadece yanında tutacak bir eli olan insan gülümseyebilir...

İnsan Her Yaşta Bir Şeyler Öğrenir

Jackson Brown'ın "Şu Hayatta Neler Öğrendik Neler" adlı kitapçığından
okuyalım bazılarını...

* Kendimi neşelendirmek istediğim zaman en iyi yolun başka birini
neşelendirmeye çalışmak olduğunu öğrendim. Yaş:13

* Bir bebeğin evlilik sorunlarını çözemeyeceğini öğrendim. Yaş: 24

* Bir tartışmayı tatlıya bağlamadan yatağa gidilmemesi gerektiğini
öğrendim. Yaş: 29

* İnsanın kendisinden daha sorunlu birisiyle evlenmemesi gerektiğini
öğrendim. Yaş: 31

* İşyerinde romantik ilişkiler aranmaması gerektiğini öğrendim. Yaş:31

* Çalıştırdığımız insanlara iyi davrandığımızda, onların da müşteriye iyi
davrandıklarını öğrendim. Yaş: 49

* Bir toplantıda zekâmı ya da sohbetimi göstermek konusunda tercih yapmak
gerektiğinde sohbeti seçmemin daha iyi olacağını öğrendim. Yaş:53

* İnsanlara iyi davranmanın hiçbir maliyeti olmadığını öğrendim. Yaş:66

* Gerçekten yaşamaya başlamak için emeklilik beklenirse, çok uzun bir
süre beklenilmiş olunacağını öğrendim. Yaş: 67

* İyi kalpli olmanın mükemmel olmaktan daha önemli olduğunu öğrendim.
Yaş: 70

* Bir domuza ve bir çocuğa istedikleri her şeyi verirseniz sonuçta çok
iyi bir domuzunuz ve çok kötü bir çocuğunuz olacağını öğrendim. Yaş: 77

* Kiminle evleneceğin kararının hayatta verilen en önemli karar
olduğunu öğrendim. Yaş: 95

Polyanna'nın Mutluluk Sırları

Evimi bir parti sonrası temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam, bir çok arkadaşım var demektir.



Faturalarımı ödeyebiliyorsam, bir işim var demektir.



Pantolonum biraz sıkıyorsa, aç kalmıyorum demektir.



Gölgem beni izliyorsa, güneş ışığını görüyorum demektir



Otobüsten indiğim yerden işyerime yolu uzun buluyorsam,

yürüyebiliyorum demektir.



Hükümet hakkında eleştiri yapabiliyor ve bu eleştirileri

başkalarından da duyuyorsam, konuşma özgürlüğümüz var demektir.



Otobüs beklerken yanımdaki adam anahtarları ile oynuyor ve ben bu sesten rahatsız oluyorsam, duyuyorum demektir.



Camları silmem , çatıyı onarmam gerekiyorsa bir evim var demektir



Doğal gaz faturam yüklü geliyorsa, ısınıyorum demektir.



Yığınla yıkanacak ve ütülenecek çamaşırlarım varsa, yığınla giyeceğim var demektir.



Çalar saatim sabahın köründe çalıyorsa yaşıyorum demektir



Aksamları kendimi yorgun hissediyor ve bacaklarım ağrıyorsa , O gün üretici olmuşum demektir.



VE TÜM BUNLARIN FARKINA VARABİLİYORSAM MUTLUYUM DEMEKTİR



Büyük ve yüksek şeyleri görebilmek için, onlara göre bir ruhumuz olması gerekir;

yoksa onlarda, kendi çamurumuzu görürüz.

Doğru bir kürek suda eğri görünür.

Önemli olan, bir şeyin görülmesi değil, nasıl görüldüğünün bilinmesidir.



Mutluluk sorunsuz bir yaşam değil, onlarla başa çıkabilme yeteneği demektir.



Hayatı yenecek kadar güçlü, hayattan beklentilerini alacak kadar umutlu, umudunu yitirmeyecek kadar inançlı, mutlu ve sevgi dolu günler sizlerin olsun...

Sevgiye Her Zaman Yer Vardır

Uzakdoğuda bir budist tapınağı bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu ve burada geçerli olan incelik, anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti. Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, kapıda tokmak yada çan, zil türünden ses çıkaran bir gereç yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki “bilgelik arayıcısı” kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sessiz konuşmaları başladı.

Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.

İçerdeki bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve kabı yabancıya uzattı.

Bu yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti.

Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını dolu kabın içindeki suyun üzerine bıraktı. Gül yaprağı suyun üzerinde yüzüyordu ve su taşmamıştı.

İçerdeki budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı.

Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı.

Bu sevgiydi ve sevgiye her zaman yer bulunurdu.

Rose

Okulun ilk günü, ilk derste profesörümüz, önce kendini tanıttı, sonra "Bu yıl, yepyeni bir öğrencimiz var. Çok ilginç biri bakalım bulabilecek misiniz" dedi... Ayağa kalkıp etrafa bakmaya başlamıştım ki,yumuşak bir el omzuma dokundu... Döndüm... Yüzü iyice kırışmış bir yaşlı hanımefendi, bana gülümseyerek bakıyordu... "Ben Rose" dedi.. "Benim adım Rose, yakışıklı... 87 yaşındayım. Madem tanıştık seni kucaklayabilir miyim?.." Güldüm... "Tabii" dedim... "Hadi sarıl bana..." Öyle sımsıkı sarıldı ki... "Bu kadar genç ve masum yaşta üniversiteye niye geldin" diye şaka yaptım.. Minik bir kahkaha ile yanıtladı:

"Buraya zengin bir koca bulmaya geldim. Evlenip birkaç çocuk doğuracağım. Sonra emekli olup dünya turuna çıkacağım..."

Dersten sonra kantine gidip, birer sütlü çikolata içtik. Hemen arkadaş olmuştuk. Ertesi gün ve ertesi üç ay, sınıftan hep birlikte çıktık ve hep kantinde lafladık... Öyle akıllı ve öyle deneyimliydi ki, onu dinlemekle, derslerden daha çok şey öğrendiğimi hissediyordum.

Sömestr boyunca Rose kampüsün ilahesi oldu. Nereye gitse etrafı çevriliyor, çok çabuk arkadaş ediniyordu. İyi giyinmeyi seviyor, diğer öğrencilerin ilgisini çekmeye bayılıyordu. Rose hayatını yaşıyordu. Hepimizden daha canlı, daha dolu yaşıyordu...

Sömestr sonunda, Futbol Balosuna davet ettik Rose'u... Konuşma yapması için... Orada bize verdiği dersi unutmama imkan yok...

Konuşmasını önceden hazırlamış ve bir yığın karta kocaman kocaman yazmıştı. Elinde bu deste ile kürsüye yürürken, kartları elinden düşürdü. Konuşma darmadağın olmuştu. Şaşkın, biraz da utanmış mikrofona doğru eğildi...

"Ne kadar beceriksizim, değil mi?... Özür dilerim... Buraya gelmeden önce heyecanım yatışsın diye bir duble viski attırdım. Sonucu görüyorsunuz... Şimdi bu kartları toplasam bile onları yeniden sıraya koymam mümkün değil... Onun için en iyisi ben size aklımda kalanları söyleyeyim, olur mu?..."

Biz kahkahalarla gülerken, o bardaktan bir yudum su aldı ve konuşmasına başladı:

"Yaşlandığımız için eğlenmekten, oynamaktan, yaşamaktan vazgeçmeyiz... Eğlenmek, oynamak ve yaşamaktan vazgeçtiğimiz için yaşlanırız. Genç kalmanın, mutlu olmanın ve başarıya ulaşmanın sadece dört sırrı vardır... Hergün gülmek ve yaşama katacak mizah bulmak... Bir rüyanız olmalı mutlak... Rüyalarınızı kaybettiniz mi, ölürsünüz. Etrafımızda dolaşan pek çok kişi aslında ölü ve bundan kendilerinin bile haberi yok...

Yaşlanmakla, büyümek arasında çok büyük bir fark vardır... Eğer 19 yaşındaysanız ve bir yıl hiçbirşey yapmadan, hiçbirşey üretmeden bir yıl sırtüstü yatarsanız, sadece bir yaş yaşlanır, 20 olursunuz... Ben 87 yaşındayım ve ben de bir yıl hiçbirşey yapmadan, hiçbirşey üretmeden sırtüstü yatarsam, 88 yaşımda olurum. Herkes bir yılda bir yaş yaşlanır. Bunun için özel bir yetenek ya da bilgiye ihtiyaç yoktur. Oysa bir yaş daha büyümek için, mutlak birşeyler yapmak, üretmek, kendini geliştirecek fırsatları bulmak ve kullanmak gerekir.

Asla pişman olmayın... Biz yaşlılar, genelde yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan pişman oluruz çünkü... Ölümden korkan insanlar, pişman olanlardır... Pişman olmaktan korktukları için hiçbirşey yapmayanlardır..."

Ders yılı sonunda Rose, yıllarca önce başlayıp, yaşam mücadelesi içinde ara vermek zorunda kaldığı üniversiteyi derece ile bitirdi...

Mezuniyet töreninden bir hafta sonra, uykusunda, huzur içinde öldü. Cenaze törenine 2 binden fazla üniversite öğrencisi katıldı.

"Yapabileceğimiz herşeyi yapmak için asla geç olmayacağını" hepimize hem de nasıl öğreten bu muhteşem kadının anısına layık bir törendi bu...

Rose'un öğretisi aslında dünyanın bütün üniversitelerinde zorunlu ders olmalıydı:

"Çok Geç Diye Bir Zaman Yoktur"

Hindistanlı Ressam

Hindistan da çok ünlü bir ressam varmış.

Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş.
Ve onu "Renklerin Ustası" anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da; kısaca Ranga Guru derlermiş.

Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru'ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş.

Ranga Guru ise; “Sen artık ressam sayılırsın Racaçi.

Artık senin resmini halk değerlendirecek” diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş.

Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş.

Raciçi denileni yapmış.

Ve birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor.

Çok üzülmüş tabiî. Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki.

Alıp resmi götürmüş Ranga Guru'ya ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş.

Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş.

Raciçi yeniden yapmış resmi ve gene Ranga Guru'ya götürmüş.

Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru.
Ama bu defa yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı boya, birkaç fırça ile birlikte.
Ve yanına insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile birlikte bırakmasını istemiş.

Raciçi denileni yapmış. Birkaç gün sonra gittiği meydanda görmüş ki resmine hiç dokunulmamış, fırçalar da, boyalar da kullanılmamış.

Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru'ya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış.

Ranga Guru ise;

“Sevgili Raciçi, sen birinci konumda insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşılabileceğini gördün.

Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı.

Oysa ikinci konumda onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin.

Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiçkimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi.

Sevgili Raciçi, mesleğinde usta olman yetmez, bilge de olmalısın.

Emeğinin karşılığını, ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın.

Onlara göre senin emeğinin hiç bir değeri yoktur.

Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma” demiş.

Kalbinizin Sesini Dinleyin

David o gün çok yogundu,seçim kampanyalari devam ediyordu.Aceleyle çevirdigi
telefonda karsisina çikan sarki gibi bir sesle karsilasinca sasirdi.Özür
dileyip kapatti.Ama o hos ses aklindan çikmiyordu. Ertesi gün sabah erkenden
o numarayi aradi.Telefon çalarken kalbi çok hizli çarpiyordu. Evet
karsisinda yine o tatli ses vardi.Kendisini tanitti. Konusmaya basladilar.
Konustukça kizdan daha da Etkileniyordu. Günler geçti.. Hergün onunla
konusuyordu,onun sesini duymadan güne baslayamiyordu. Kizgin oldugunda
sakinlestiriyor,üzgünken neselendiriyor, monoton günlerde yeni heyecanlar
asiliyordu. O soguk kis günleri bu sicacik sesle isinmis ve bahar gelmisti.
Bu arada seçim kampanyalarida çetin bir sekilde devam ediyordu.Bu arada
aklindan ve kalbinden çikaramadigi o kizla evlenmeliyim diye düsünmeye
basladi.Bu kampanyasi içinde olumlu olurdu. Danismani basinin etini
yiyiyordu."
Evlenirsen ,raitingin 10 puan artar diye...Su ana kadar bu konuyu pek ciddi
düsünmemesti. Neden olmasin dedi ve hizla telefonu çevirdi. Hiç nefes
almadan evlenmek istedigini söyledi ,kampanyasini anlatti, hayallerinden
bahsetti, seçimden sonra karayiplerde bir balayindan bile bahsetti. Onun
çoskusu genç kizada
geçmisti. Ama bir anda sessizlesti ve miriltili bir sesle " henüz beni
görmediniz ,ya begenmezseniz." dedi. David" bu kadar güzel bir sesin ve
kalbin sahibi çirkin olamaz herhalde" dedi.Bu arada eski nesesini ve
çoskusunu kaybetmisti. O zaman yarin bulusalim dedi.Bulusacaklari yeri
konustular.
Ertesi gün David heyecanla bulusacaklari yeregeldi.Biraz sonra uzaktan
yaninda köpegi ile güzel bir kiz geliyordu. Acaba o mu diye düsündü. Ama
parkin o kismindaki tek kisi olmasina ragmen ona
bakmiyordu. Uzaklara çok uzaklara bakiyordu. Sanirim o degil dedi.
Kizin gözlerinde günes gözlükleri vardi.Kizin gözlerinin ne renk oldugunu
düsünmeden edemedi.
Kiz David ile telefondaki melegin bulusacagi havuzun yanina kadar geldi. O
da ne! Elinde bir beyaz baston vardi. David saskinlikla ona bakakaldi. Bu o
telefonlarda konustugu melegiydi.Ama o kördü.Ne yapmaliyim diye düsündü.
Kaçip gitmeli mi ? Herseye ragmen elini tutup konusmali ve onunla evlenmeli
miydi ? David yutkundu ve birkaç adim atip,kizin yanindan geçip sessizce
gitti.Parkin disina çiktiginda son birkez dönüp kiza bakti.Kiz hala
uzaklara dogru bakiyor,köpegiyle konusuyor ve David 'i bekliyordu. David
günlerce, onu bekleyen kizin hayalini unutamadi. Sürekli dogruyu yaptigina
kendini inandirmaya çalisiyordu. Bazen eli telefona gidiyor, o gün isim
çikti gelemedim deyip,yine herseye yeniden baslamayi
düsünüyordu. Günler geçti ve seçimler sonuçlandi. David seçimleri kaybetti.
New Jersey valisi olamamisti. Yine avukatliga devam etmeye basladi. Noel
hazirliklarinin devam ettigi o öglen, sekreteri içeri girerek, davanin 25 dk
sonra olacagini hatirlatti. Hizla hazirlandi. Çantasini alip adliyeye
gitti.Yerine geçti oturdu. Önemli bir tecavüz davasi görülüyordu ve sanigi
David savunacakti, isi zordu. Biraz sonra karsi taraf ve hakim de yerlerini
almisti. David ilk taniga sorusunu sordu. Moralinin
bozulmamasi için karsi tarafin avukatina dönüp bakmamisti bile.
2.tanik ile ilgili notlarina bakarken, yüksek topuklu bir ayakkabi
sesi duydu. Karsi tarafin avukati tanigin yanina gidiyordu.
Avukat konusmaya basladi.Bu ses çok sert,acimasiz ama bir o kadar da
Tanidik geldi.Basini kaldirdi daha bir dikkatle bakti. O sirada saçlarini
simsiki topuz yapmis, menekse gözlü, dudaklari bir çizgi gibi kapali
avukatla gözgöze geldi. Iste o anda gözlerinde birden baska bir görüntü
canlandi. Çaglayan gibi omuzlarindan asagi sarkan sari saçlar, heran
gülmeye hazir yürek seklinde dudaklar, melek gibi bir yüz ve güzel bir
vücut. Bu o parktaki kiz olabilir
miydi..? Yoksa halisülasyonlar mi görmeye baslamisti. 2 saat sonra
dava bittiginde hiç bir sey hatirlamiyordu.Yanindan hizla geçen avukatin
pesinden kosup bahçede yakaladi. Tam agzini açip konusacakti ki, o menekse
göze, ta gözbebeklerinin içine kadar simsicak bir sekilde bakti; o çizgi
halindeki dudaklar
güller gibi açarak gülümsedi ve sarki gibi melodik bir ses duyuldu.
" Merhaba o gün parkta sana saka yapmak istemistim. Herseye ragmen
beni isteseydin, cesurca yanima gelip bana telefondaki melegim demis
olsaydin, ya da 1-2 saniye daha bekleyebilseydin, sana evet demek için
gelmistim. Oysa sen kendi kalbini sinavdan geçirdin ve basarisiz oldun. Bu
arada, sürekli aradigin... ya da parktaki günden sonra hiç aramadigin
telefon, ofisimdeki direkt telefondu."
Ve telefondaki melek yürüyüp gitti...

Kalbinizin sesini dinleyin

Kemanın Teli

Bu makale Houston Chronicle’dan alınmıştır.

18 Kasım 1995 günü, keman sanatçısı Itzhak Perlman, New York’ta, Lincoln Center’da ki Avery Fisher Salonu’nda bir konser vermek üzere sahneye çıktı. Eğer herhangi bir Perlman konserinde bulunmuşsanız bilirsiniz ki onun için “ sahneye çıkmak ” hiç de küçümsenecek bir başarı değildir. Çocukluk yılların da çocuk felcine yakalanmış olan Perlman’ın her iki bacağında da destekleyici aletler vardır ve ancak kol değneği yardımıyla yürüyebilmektedir. Onu sahne üzerinde her defasında sadece bir adım atabilmek suretiyle acı içinde ve yavaş yavaş yürürken görmek unutulmayacak bir görüntüdür. Ağrılar içinde ama ihtişamla yürümektedir, sandalyesine erişinceye kadar. Sonra oturur ; yavaşça koltuk değneklerini yere koyar, bacaklarında ki atellerin klipslerini açar, bir ayağını geriye iter, ötekini öne uzatır. Daha sonra yere eğilerek kemanını alır, çenesinin altına koyar, orkestra şefine başıyla işaret verir ve çalmaya başlar.

Şu zamana değin, izleyiciler bu rituele alışmışlardır. O, sahnenin bir ucundan sandalyesine doğru ilerlerken sessizce otururlar. Bacaklarında ki klipsleri açarken inanılmaz bir sessizlikle beklemektedirler. Çalmaya hazır olana dek beklerler.

Ancak o konserde bir şeyler ters gitti. Daha birkaç satırı çalmıştı ki kemanın tellerinden bir tanesi koptu. Telin kopma sesini duyabilmek mümkündü, salonun bir ucuna tabancadan fırlayan kurşun gibi girmişti ses. O sesin ne anlama geldiği konusunda yanılmak imkansızdı. Ve bunun akabinde ne yapılması gerektiği konusunda da.....

O gece orada olan insanlar kendi kendilerine şöyle düşündüler :

“ Anlamıştık ki, yeniden ayağa kalkması, atelleri yeniden takması, koltuk değneklerini alması, yavaş yavaş sahne arkasına gitmesi veya yeni bir keman bulması ya da yeni bir tel takması gerekecekti ”

Ama o öyle yapmadı. Bunun yerine bir dakika kadar bekledi, gözlerini kapadı ve sonra Şef'e yeniden başlaması için işaret verdi. Orkestra başladı ve o kaldığı yerden devam etti. Ve daha evvel hiç görülmemiş bir tutku, güç ve saflıkla çaldı. Elbette herkes bilmektedir ki senfonik bir eseri sadece 3 telle çalmak imkansızdır. Bunu ben de bilirim, sen de bilirsin, herkes bilir. Ama o gece Itzhak Perlman bilmeyi reddetmişti. Onu parçayı kafasında modüle ederken, değiştirirken ve yeniden bestelerken görebilirdiniz. Bir noktada, telleri neredeyse yeniden tonlarmışçasına sesler çıkarmaktaydı kemanından, daha evvel hiç vermedikleri sesleri vermelerini sağlamak için....

Bitirdiğinde salonu olağanüstü bir sessizlik kapladı. Ve akabinde seyirciler ayağa kalktı ve tezahürata başladılar. Oditoryumun her yanından inanılmaz bir alkış patladı. Hepimiz ayaktaydık, bağırıyor, ıslık çalıyor, alkışlıyor, yaptığını ne kadar takdir ettiğimizi, beğendiğimizi anlatacak her türlü hareketi yapıyorduk.

Gülümsedi, yüzünden akan terleri sildi, yayını kaldırarak bizi susturdu ve böbürlenerek değil ama sessiz, güçlü, dingin bir tonla şöyle dedi :

“ Bilirsiniz, bazen de sanatçının görevidir, elinde kalanlarla ne kadar daha müzik yapabileceğini bulmak....”

Bu ne güçlü cümledir. Duyduğumdan beri aklımdan çıkmıyor. Ve kim bilir ? Belki de bu bir yaşam tarzıdır ( sanatçılar için değil hepimiz için ) Burada, tüm yaşamını bir kemanın 4 teli ile müzik yapmak üstüne kuran ve birden bire, bir konserin ortasında kendini sadece 3 tel ile bulan bir adam vardır. Öyleyse o da 3 tel ile müzik yapmayı seçer ve o gece yaptığı, sadece 3 telle yaptığı müzik, daha evvel yaptığı, 4 teli varken yaptığı her şeyden daha güzel, daha kutsal, daha unutulmazdı....

O zaman belki de bizim görevimiz, yaşadığımız bu sallantılı, hızla değişen, ürkütücü dünyada kendi müziğimizi yapmaktır ; önce elimizde olan her şeyle ; ve daha sonra bu artık imkansız olduğunda, sadece elimizde kalanlarla....

Jack Riemer

Yaşlı Adamın Oğluna Mektubu

Nebraska'da yasli bir adam yasardi. Patates ekini icin bahceyi bellemesi
gerekiyordu, lakin bu cok zor bir isti. Tek oglu olan David ona yardim
edebilirdi fakat o da hapisteydi.

Yasli adam ogluna bir mektup yazdi ve derdini anlattı.

Sevgili David,

Patates bahcemi belleyemeyecegimden kendimi cok kotu hissediyorum.
Bahceyi kazmak icin oldukca yaslanmis sayilirim. Burada olsan butun
derdim bitecekti. Biliyorum ki sen bahceyi benim icin hallederdin.

Sevgiler Baban

Bir kac gun sonra oglundan bir mektup aldi

Babacigim,

Tanrı askina bahceyi kazma, ben oraya cesetleri gommustum.

Sevgiler David

Ertesi gun sabaha karsi 4'de FBI ve yerel polis cikageldi ve tum sahayi
kazdi lakin hic bir cesede rastlamadilar. Yasli adamdan ozur dileyerek
gittiler. Ayni gun yasli adam oglundan bir mektup daha aldi.

Babacigim,

Simdi patatesleri ekebilirsin. Bu sartlarda yapabilecegimin en iyisini
yaptim.

Sevgiler David...

8 Kasım 2008 Cumartesi

SEÇTİKLERİM

Sen gri şehrinde ağladığında bur da yağmur yağar güldüğünde masmavi gökyüzüdür gördüğüm ve güneş saçından yansıyan farklı şehrin havasını solusak da farklı iklimleri yaşasak da fark etmez kim içindekini iki smileyle anlatabilir ki kim beni senden daha iyi anlayabilir ki
1. Ne olurdu saadetlerin en büyüğü
İşte ellerimde al, diyebilseydim
Anlardın ve hiç gitmezdin, değil mi
Bir gün olduğun gibi kal diyebilseydim.

Yazmak güzeldir. Çoğu zaman rahatlar insan yazarak. Dile getiremediği birçok şeyi yazarak daha rahat anlatır. Bir başka dünyadır aslında kimizaman. Sıkıldığımızda, kızdığımızda, korktuğumuzda, kaygılandığımızda, sevindiğimizde ve daha birçok durumda sığındığımız bir dünyadır. Hani kalem kılıçtan keskin derler ya, gerçekten öyle.
Bir başlarsan yazmaya kelimeler birbirini takip eder, akıp gider cümleler.Kimisi hayallerini yazar , kimisininse yazdıklarıdır birer birer hayal olan. Hiçbirşey değişmese bile yine yaz. Belki öyle bir gün gelir ki çok şey değişir. Yaz, çünkü dedim ya yazmak güzeldir...


Zamanın bir yerindeyim yine hesapsız…
Ayları,yılları,seni,onu geride bırakarak yazıyorum yine anlamsızca


Denizleri seviyorsan dalgalarıda seveceksin
Sevilmek istiyorsan önce sevmesini bileceksin…


Her gözle görünen hakikat olsaydı, en büyük hakikat görünmez olmazdı…


Artık eminim her şey içimde istersem büyüyor, bakmasam çürüyor


Duymak isteyen cihanın yetti cümlesine hayatı hayatımdır hayatım hayatıdır cümle alem bunu böyle bile……



Mademki dünyanın sonunda yokluk var sayki yoksun, varmışsın gibi mutlu ol!!!


Hayatı ıskalayan insan keşke diyen insandır.keşke diyen insan hayalperestliğe yol alandır…



Bir sarmaşık olsam sarsam bütün dünyayı
Dallarımın uzandığı her yere merhamet yaysam!!!


Bir tutam mutlulukla sevgi doğar
Bir tutam sevgiyle sevda doğar
Bir tutam sevdayla aşk doğar!!!!


Gel bak bir elimde gökyüzü var hala ötekinde kayıp giden yıldızlar…


Kimseye hak ettiğinden fazla değer vermeyeceksin.ya onu kaybeder yada ondan daha büyük darbeyi yersin..gidişin gerçekten susukun oldu…



AŞK ın açıklamasıııı:
Acılara Şikayetsiz Katlanmak

Simsiyah yine her taraf yanlış düzen yanlış zaman sönüp giden bu ışıklara tek benmiyim hep kan ağlayan...???

Markanın olduğu yerde etiketi ben koyarım

11 Ekim 2008 Cumartesi

YAZICILAR NASIL ÇALIŞIR(YAZICI ÇEŞİTLERİ)

1. Papatya Çarklı Yazıcılar.

Papatya çarklı yazıcılar, mükemmel baskı kalitesi sağlarlar ve karbon kopya çoğaltabilirler. Baskı sırasında kullanılan teknik bakımından daktiloya en çok benzeyen bu yazıcı türünün basabileceği bütün şekiller papatyaya benzeyen bir yazıcı kafa üzerinde yer alır. Baskı çarkı denilen çarkın üzerinde 92 (bazen daha fazla) karakter yerleştirilmiştir. Bir elektro-mıknatıs tarafından hareket ettirilen bir çekiç ile bu kabartma karakterler kağıt üzerine basılır. Arada bulunan mürekkepli şeridin izi kağıda basılmış olur. Bu yazıcılar grafikleri ve farklı yazı tiplerini ancak özel bir grafik baskı çarkıyla basabilirler.

Yeni şekiller için yeni yazma kafaları imal etmek gerekir. Yavaş olarak çalışırlar. Bir karakteri tek bir vuruşta basmalarına rağmen papatya çarkının dönüş hızından dolayı çok yavaş kalır.

Baskı kaliteleri elektrikli bir daktilo kalitesinden farksızdır. Daktilo ile akrabalıklarından ötürü çoğu papatya çarklı yazıcı bilgisayardan bağımsız bir daktilo olarak kullanılabilecek şekilde üretilirler

2.Nokta Vuruşlu Yazıcılar.

Mevcut yazıcı türleri içinde en ucuzu olduklarından en yaygın kullanılan yazıcılardır. Kimi kaynaklarda “iğneli yazıcı” yada “matris yazıcı” (dot matrix printer) diye adlandırılan bu yazıcıların yazma kafası bir matris şeklinde dizilmiş küçük iğneciklerden (yada mikro çekiçlerden) oluşur.

Yazıcı kafası bir adım motoru tarafından bir dişli kayış yada daha farklı bir yöntemle yatay olarak hareket ettirilir. Bu sayede yazıcı kafa yatayda istenilen her konuma getirilebilir. Dikey doğrultuda kafa hareket etmez bunun yerine kağıt dikey doğrultuda hareket eder.

Bilgisayardan gelen sinyale bağlı olarak kafanın içindeki elektro-mıknatıslar yardımıyla bu çekiçlerin bazıları öne çıkar, aynen daktiloda olduğu gibi, mürekkepli bir şerit üzerinde nokta vuruşlarla şekil tanımlanır. Fakat nokta vuruşlu yazıcının daktilodan çok önemli bir farkı var; yazma kafaları basılabilir bir şekil içermediği için istenildiği takdirde programlama yolu ile yeni şekillerin tanımlanması mümkündür. Çünkü kafa üzerindeki çekiçlerden (iğnelerden) hangisinin harekete geçeceği bilgisayarın kontrolündedir. Daktilolardan ikinci farkı ise, yazıcı kafanın her iki yönde yani hem soldan sağa hem de sağdan sola hareket etmesidir.

Bugün 9 ve 18 iğneli yazıcılar kullanılmaktaysa da genellikle 24 iğneli matris yazıcılar tercih edilmektedir. İğne sayısının artışı tekbir karakteri daha fazla nokta vuruşuyla oluşturmayı, dolayısıyla birim alan daha fazla nokta sığdırabilmeyi mümkün kılar. 9 iğneli yazıcılarda ortalama çözünürlük 216 x 240 dpi (Dot Per Inch) civarındadır. 9 iğneli yazıcılar her karakter için dikeyde 9 nokta veya daha çok 7 nokta kullanırlar. Buna karşın 24 iğneli yazıcılarda 21 ya da 20 iğne kullanılır.

Nokta vuruşlu yazıcılar her bir karakteri noktalardan oluşmuş bir matris kullanırlar.

Nokta vuruşlu yazıcıların en büyük dezavantajı, yazı kalitesinin düşük olmasıdır. Bir nokta vuruşlu yazıcıdan çıkan metinlerde karakterlerin çeşitli noktaların yan yana getirilmesinden oluştuğu hemen görülür. Bunu telafi etmek için bazı matris yazıcılar “near letter qality” diye adlandırılan baskı tarzı seçeneğini sunarlar. Bu yöntemde her satır iki kere üst üste yazılır. Ama ikinci yazışta yazıcı kafası biraz kaydırılır ve böylelikle karakteri oluşturan noktalar arasındaki boşluklarda doldurulmaya çalışılır. Bu baskı kalitesini artırır fakat baskı hızını düşürür. Aynı iğnelerin çift vuruş yapmasıyla BOLD karakterler elde edilir. İtalik karakterler içinse farklı iğneler matrisi kullanılır.

Nokta vuruşlu yazıcıların renkli olanları da vardır. Yazma şeritleri birkaç renkten oluşan modeller renk gerektiren grafikler için kullanılır. Genellikle Siyah, Kırmızı, Mavi, Sarı bantlar taşıyan şerit, değişik renkler gerektiğinde aşağı yukarı hareket ettirilir. Renkli Nokta vuruşlu yazıcılar sınırlı sayıda renkleri elde etmek için kullanılır. Nokta vuruşlu yazıcılar kenarlarında delikler bulunan “sürekli form” adı verilen kağıtlara baskı yapabildikleri gibi normal kağıtta kullanabilirler.

3.Mürekkep Püskürtmeli Yazıcılar.

Mürekkep püskürtmeli yazıcılarda nokta matrisli yazıcılardan dır. Ancak bu yazıcılar şerit kullanmazlar. Bunun yerine resmi ve karakterleri oluşturmak için vuruşsuz bir yöntem kullanırlar. Yazıcı kafası kağıda değmez. Bunun yerine kafa kağıda mürekkep damlacıkları püskürtür

Mürekkep püskürtmeli yazıcılarda kullanılan yöntem nokta matrisli yazıcılarda kullanılan yönteme benzer. Kafa bir adım motoru ile sağa sola hareket ettirilirken kağıt merdaneler yardımıyla sağa sola doğru hareket ettirir.

Yazıcı kafası dikey olarak yerleştirilmiş birçok püskürtücü ucundan kağıda minik noktalar halinde özel bir mürekkep püskürtür. Mürekkebi kafadan ileri doğru püskürtmek için iki yöntem kullanılır. Isıl Kabarcık püskürtme (Thermal Buble Jet) yöntemi ve pieozo elektrik yöntemi.

Isıl Kabarcık püskürtme (Thermal Buble Jet) yöntemi; Mürekkebi ani olarak ısıtan, püskürtme ağzının içinde bulunan küçük bir ısıtıcı kullanılır. Mürekkebin bir kısmı buharlaşır ve bu gaz kabarcığı geri kalan mürekkebi ileri doğru dolayısıyla kağıda doğru iter. Bu işlem saniyede birkaç bin defa yapılır.

Pieozo elektrik yöntemi; Mürekkebi püskürtmek için püskürtücü ağzın tümünü ani olarak daraltır. Piezo elektrik nedeniyle bazı kristallere bir elektrik uygulandığında kristal büzülür. Bunu için her püskürtme ağzına elektriğe duyarlı bir mürekkep kullanıldığında mürekkebin püskürtülmesini kolaylıkla kontrol edilmesini sağlayan bir piezoelektrik kristal yerleştirilmiştir. Bu yöntemde saniyede binlerce mürekkep damlasının püskürtülmesine olanak sağladığı için yeteri kadar yüksek baskı hızlarına ulaşılır. Birçok mürekkep püskürtmeli yazıcı bir sayfayı yaklaşık renkli ve siyah/beyaz durumuna göre 10 ile 20 sn arasında basar.



Piezoelektriklik:
Mekanik gerilimlerin etkisinde kaldıklarında kütleleri içinde bir elektrik kutuplanması ve yüzeylerinde elektrik yükleri oluşan ve bir elektrik alanı etkisinde kaldıklarında iç kuvvetlerin etkisi ile biçim değiştiren kimi kristallerin ortaya koydukları olaya denir. Doğal piezoelektrik malzemeler; kuvars ve turmalindir. Ferroelektrik malzemeler denen ve kutuplama sonunda piezoelektrik özellik gösteren malzemeler; lityum tantalat ve lityum nitrattır. Bunlar içinde en çok kullanılanlar Kuvars ve Lityum tantalat tır.

Mürekkep püskürtmeli yazıcılar vuruşsuz çalıştıklarından karbon kağıdı ile çoğaltılmış baskılara imkan vermezler. Yani bu yazıcıları fatura kesmek gibi çok kopya gerektiren baskı işlemlerinde kullanamayız.

Mürekkep püskürtmeli yazıcıların ikinci bir dezavantajı ise; gerektirdikleri özel mürekkebin pahalı olmasıdır.

Mürekkep püskürtmeli yazıcılarda renkli baskı kolaydır. Temel üç renk ayrı ayrı aynı noktaya basıldığında diğer renkler elde edilir. Üç rengi karıştırarak elde edilen siyah tam siyah tonunda elde edilmediği ve üç mürekkebi de harcadığı için ek olarak siyah mürekkepte bulunur. Yalnızca siyah rengin yer aldığı baskılarda bu yöntem daha ucuz olur.

4. Lazer Yazıcılar

Lazer yazıcılar vuruşsuz bir yöntem kullanırlar. Lazer yazıcılarda kullanılan baskı yöntemi fotokopi makinesindekine benzer Lazer yazıcılar satır satır yazmak yerine sayfa sayfa yazarlar. Sıklıkla Lazer yazıcı üreticileri Fotokopi makinesi üreticilerinin mekanizmalarını kullanırlar. Örneğin Hewlett Packard lazer yazıcıları Canon Fotokopi makinelerinin baskı mekanizmalarını kullanarak yapılır. Eğer bu yazıcılardan birine sahipseniz tonerini bir Canon fotokopi makinesinin kartuşuyla değiştirebilirsiniz.Lazer yazıcı bütün sayfayı bir kerede basmak için geniş bir bellek kullanır. Lazer yazıcılardaki ROM basılacak dökümanın tam sayfa bir haritasını oluşturur. Bir bit haritası lazer ışını darbeleri ile sonra bu lazer ışını bir sıra aynadan yansıyarak ışığa duyarlı dönen bir silindir üzerine düşürülür. Lazer ışını silindiri tarayarak basılı alanları elektriksel olarak nötr hale getirir. Negatif yüklenmiş toner tozu nötr alanlara yapışır, negatif yüklü alanlara yapışmaz. Merdanenin sıcaklığı karakteri oluşturan noktaların kağıda geçmesini sağlar.

Grafik çıktılar Lazer yazıcıların zayıf taraflarını ortaya çıkarır. Bir lazer çıktısı alabilmek için bütün resmin yazıcıya yüklenmesi gerekir. Yazıcı baskıya geçmeden önce bir boyutta bir verinin tamamını saklamak zorundadır. Buna göre yüksek çözünürlüklü bir sayfa grafik çıktısı için 1MB yazıcı belleği yeterli değildir. Yazıcının da kendi işletim sistemi bir belleğe ihtiyaç duyar. Lazer yazıcılar sürekli form yazıcı kağıdı kullanmazlar.

Lazer Yazıcıda Dikkat Edilecek Ölçütler;

Yazıcının dakikada basabildiği sayfa sayısı (hız), Bir sayfa düzenleme dili ile (PostScript ya da PCL) uyumlu çalışıp çalışmadığı, Baskı yapabileceği kağıt türleri, Kağıt üzerinde maksimum baskı alanı, Basabileceği font saysı, Yazıcının belleğinin büyüklüğü Network ortamında baylaşıma açık olup olmadığı, toner ömrü, fiyatı.

Lazer yazıcıların hızı ppm (page per minute : dakikadaki sayfa sayısı) ile ölçülür. Bir yazıcının hızında iki farklı ölçüt söz konusudur. Bunlardan birinci sayfanın görüntüsünün bellekten hazırlanıp basılması, ikincisi ise aynı sayfanın birkaç dakika içinde arka arkaya kaç kez basılabileceği.

Basılacak sayfanın bir görünümü, basımdan önce yazıcının belleğinde oluşturulduğu için bir lazer yazıcının en azından 4 MB belleğe ihtiyacı vardır. (300 dpi’lik bir sayfa bile 1.5 MB bellek gerektirmektedir)

28 Eylül 2008 Pazar

NOKTALI VİRGÜL

1. Cümle içinde virgüllerle ayrılmış tür veya takımları birbirinden ayırmak için konur: Erkek çocuklara Doğan, Tuğrul, Aslan, Orhan; kız çocuklara ise İnci, Çiçek, Gönül, Yonca adları verilir.

2. Ögeleri arasında virgül bulunan sıralı cümleleri birbirinden ayırmak için konur: Sevinçten, heyecandan içim içime sığmıyor; bağırmak, kahkahalar atmak, ağlamak istiyorum. Sabahtan beri bekliyorum; ne gelen var, ne giden. İş işten geçti; artık gelse de olur, gelmese de.

3. Virgülle ayrılmış örnekleri farklı örneklerden ayırmak için konur: Türkiye, İngiltere, Azerbaycan; İstanbul, Londra, Bakû.

4. Kendilerinden evvelki cümleyle ilgi kuran ancak, yalnız, fakat, lâkin, çünkü, yoksa, bundan dolayı, binaenaleyh, sonuç olarak, bununla birlikte, öyleyse vb. cümle başı bağlaçlarından önce konur:

Halis bir şiir fena okunabilir; lâkin sahte bir şiir iyi okunamaz.

(Yahya Kemal Beyatlı)

Bir millet ordusunu kaybedebilir, bağımsızlığını da kaybedebilir; fakat dilini sakladıkça o millet yaşıyor demektir.

(Nihal Atsız, Türk Ülküsü)

* * *

Sıralı cümleler arasında ancak, fakat, çünkü vb. cümle başı bağlayıcılarından önce yazar, araya nokta, virgül, noktalı virgül koymakta serbesttir. Bu husus, yazarın üslûptaki tercihiyle ilgilidir.

İKİ NOKTA

1. Kendisinden sonra örnek verilecek cümlenin sonuna konur: Millî Edebiyat akımının temsilcilerinden bir kısmını sıralayalım: Ömer Seyfettin, Halide Edip Adıvar, Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul, Ali Canip Yöntem.

Yeni harfler alındıktan sonra eski yazı ile bir tek kelime bile yazmayan iki kişi görmüşümdür: Atatürk ve İnönü!

(Falih Rıfkı Atay, Çankaya)

– Buğdayla arpadan başka ne biter bu topraklarda?

Ziraatçı sayar:

– Yulaf, pancar, zerzevat, tütün...

(Falih Rıfkı Atay, Çankaya)

2. Kendisinden sonra açıklama yapılacak cümlenin sonuna konur:

Bu kararın istinat ettiği en kuvvetli muhakeme ve mantık şu idi: Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır.

(Mustafa Kemal Atatürk)

Kendimi takdim edeyim: Meclis kâtiplerindenim.

(Falih Rıfkı Atay, Denizaşırı)

Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük;

Budur âlemde hudutsuz ve hazin öksüzlük. (Yahya Kemal Beyatlı)

3. Kütüphanecilik alanında yazar adı ile eser başlığı arasına konur: Yahya Kemal Beyatlı: Kendi Gök Kubbemiz, Falih Rıfkı Atay: Çankaya, Yakup Kadri Karaosmanoğlu: Yaban, Faruk Nafiz Çamlıbel: Bir Ömür Böyle Geçti (bk. Virgül 15).

4. Ses biliminde uzun ünlüyü göstermek için kullanılır: a:ile, ka:til, usu:le, i:cat.

5. Edebî eserlerdeki karşılıklı konuşmalarda, konuşan kişinin adından sonra konur:

Bilge Kağan: Türklerim, işitin!
Üstten gök çökmedikçe
altan yer delinmedikçe
ülkenizi, törenizi kim bozabilir sizin?
Koro : Göğe erer başımız
başınla senin !
Bilge Kağan: Ulusum birleşip yücelsin diye
gece uyumadım, gündüz oturmadım.
Türklerim Bilge Kağan der bana.
Ben her şeyi onlar için bildim.
Nöbetteyim !

(A. Turan Oflazoğlu, Anıtkabir)

6. Matematikte bölme işareti olarak kullanılır: 56:8=7, 100:2=50.

VİRGÜL

1. Birbiri ardınca sıralanan eş görevli kelime ve kelime gruplarının arasına konur:

Fırtınadan, soğuktan, karanlıktan ve biraz da korkudan sonra bu sıcak, aydınlık ve sevimli odanın havasında erir gibi oldum.

(Halide Edip Adıvar, Kalp Ağrısı)

Sessiz dereler, solgun ağaçlar, sarı güller

Dillenmiş ağızlarda tutuk dilli gönüller

(Faruk Nafiz Çamlıbel)

2. Sıralı cümleleri birbirinden ayırmak için konur: Bir varmış, bir yokmuş.

Umduk, bekledik, düşündük.

(Yakup Kadri Karaosmanoğlu)

Fakat yol otomobillere yasak olduğundan o da herkes gibi tramvaya biner, kimse kendisine dikkat etmez.

(Falih Rıfkı Atay, Denizaşırı)

3. Cümlede özel olarak vurgulanması gereken ögelerden sonra konur:

Binaenaleyh, biz her vasıtadan, yalnız ve ancak, bir noktainazardan istifade ederiz.

(Mustafa Kemal Atatürk)

4. Uzun cümlelerde yüklemden uzak düşmüş olan ögeleri belirtmek için konur:

Saniye Hanımefendi, merdivenlerde oğlunun ayak seslerini duyar duymaz, hasretlisini karşılamaya atılan bir genç kadın gibi, koltuğundan fırlamış ve ona kapıyı kendi eliyle açmaya gelmişti.

(Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Panorama)

5. Cümle içinde ara sözleri ve ara cümleleri ayırmak için konur:

Örnek olsun diye, örnek istemez ya, söylüyorum.

Şimdi, efendiler, müsaade buyurursanız, size bir sual sorayım.

(Mustafa Kemal Atatürk)

6. Anlama güç kazandırmak için tekrarlanan kelimeler arasına konur:

Akşam, yine akşam, yine akşam,

Göllerde bu dem bir kamış olsam!

(Ahmet Haşim)

Kopar sonbahar tellerinden

Derinden, derinden, derinden

Biten yazla başlar keder musikisi

(Yahya Kemal Beyatlı)

Ancak, ikilemelerde kelimeler arasına virgül konmaz: akşam akşam, yavaş yavaş, bata çıka, koşa koşa.

7. Tırnak içinde olmayan aktarma cümlelerden sonra konur: Datça'ya yarın gideceğim, dedi.

– Bugünlük bu kadar her gün üç mermi, diye düşündü.

(Tarık Buğra, Küçük Ağa)

8. Konuşma çizgisinden önce konur:

Hatta bahçede gezen hanımefendi bile işin farkına varıp,

– Nen var senin çocuğum, diye sormak zorunda kaldı.

(Haldun Taner, Hikâyeler)

9. Kendisinden sonraki cümleye bağlı olarak ret, kabul ve teşvik bildiren hayır, yok, yoo, evet, peki, pekâlâ, tamam, olur, hayhay, baş üstüne, öyle, haydi, elbette gibi kelimelerden sonra konur: Peki, gideriz. Olur, ben de size katılırım. Hayhay, memnun oluruz. Haydi, geç kalıyoruz.

Evet, kırk seneden beri Türkçe merhale merhale Türkleşiyor.

(Yahya Kemal Beyatlı)

— Yoo, güvercinlerime dokunmayınız, dedi.

(Yakup Kadri Karaosmanoğlu)

10. Bir kelimenin kendisinden sonra gelen kelime veya kelime gruplarıyla yapı ve anlam bakımından bağlantısı olmadığını göstermek için kullanılır:

Bu, tek gözlü, genç fakat ihtiyar görünen bir adamcağızdır.

(Halit Ziya Uşaklıgil, İzmir Hikâyeleri)

Bu gece, eğlenceleri içlerine sinmedi.

(Reşat Nuri Güntekin, Bir Kadın Düşmanı).

11. Hitap için kullanılan kelimelerden sonra konur:

Efendiler, bilirsiniz ki, hayat demek, mücadele, müsademe demektir.

(Mustafa Kemal Atatürk)

Sayın Başkan,

Sevgili kardeşim,

Değerli arkadaşım,

12. Yazışmalarda, başvurulan makamın adından sonra konur:

Türk Dil Kurumu Başkanlığına,

13. Yazışmalarda, yer adlarını tarihlerden ayırmak için konur:

Kuşadası, 7 Şubat (Reşat Nuri Güntekin, Çalıkuşu)

14. Sayıların yazılışında, kesirleri ayırmak için konur: 38,6 (otuz sekiz tam, onda altı), 25,33 (yirmi beş tam, yüzde otuz üç), 0,45 (sıfır tam, yüzde kırk beş) (bk. Sayıların yazılışı 5).

15. Bibliyografik künyelerde yazar, eser, basım evi vb. maddelerden sonra konur:

Falih Rıfkı Atay, Tuna Kıyıları, Remzi Kitap Evi, İstanbul 1938.

Yazarın soyadı önce yazılmışsa soyadından sonra da virgül konur:

Ergin, Muharrem, Dede Korkut Kitabı, Ankara 1958.

UYARI: Metin içinde ve, veya, yahut bağlaçlarından önce de, sonra da virgül konmaz:

Nihat sabaha kadar uyuyamadı ve şafak sökerken Faik'e bol teşekkürlerle dolu bir kâğıt bırakarak iki gün evvelki cephe dönüşü kıyafeti ile sokağa fırladı. (Peyami Safa, Mahşer)

FİİLLER EYLEMLER

Bir oluşu, bir durumu veya bir kılışı kip ve kişiye bağlayarak anlatan sözcüklere denir.

Pratik olarak ismi fiilden ayırmak için –me, -ma olumsuzluk ekini ya da –mak ,-mek mastar ekini kullanırız.Eğer bir kelimenin sonuna –ma ,-me olumsuzluk ekini ya da –mak ,-mek mastar ekini getirebiliyorsak o kelime fiil demektir.Getiremiyorsak o kelime isim soylu bir kelimedir.

*Geldi--------- gelmedi ,gelmek

*Oturmuş------ oturmamış, oturmak

*Söylüyorum---------- söylemiyorum, söylemek

Görüldüğü gibi yukarıdaki kelimelere –ma,-me ve –mak,-mek getirebilmekteyiz. Öyleyse bu kelimeler fiildir.

*Kitap--------- kitapma , kitapmak

Yukarıdaki ‘kitap’ sözcüğüne ise bu ekleri getiremiyoruz.Öyleyse bu kelime isimdir.

Fiiller, anlattıkları hareketin niteliğine göre değişik özellikler gösterir.Bunları üç grupta inceleyebiliriz:

a)Kılış fiilleri

b)Durum fiilleri

c)Oluş fiilleri.

Bunları birbirinden ayırt etmek için pratik olarak şu bilgiyi kullanabiliriz.:

Eğer bir fiil geçişli ise (yani ‘neyi’, ‘kimi’ sorularını sorabiliyorsak) kılış fiilidir.

*Kırmak ,atmak , dikmek, içmek, ezmek,delmek,yolmak,dizmek….

Görüldüğü gibi yukarıdaki fiillere ‘neyi kırmak?, neyi atmak…’sorularını yöneltebiliyoruz.

Öyleyse bu fiiller geçişlidir ve geçişli olduğu için de kılış fiilidir.

Fiil, öznenin kendi iradesi dışında geçirdiği değişimi anlatıyorsa ve bir hareket bildirmiyorsa o fiil oluş fiilidir.

*Sararmak ,Yaşlanmak,Uzamak, Paslanmak,büyümek,solmak,acıkmak…

Görüldüğü gibi yukarıdaki fiiller geçişli olmadığı için kılış fiili olamaz.Bir hareket olmadığı için ve eylem öznenin kendi isteği dışında gerçekleştiği için bu fiiller oluş fiilidir.

Fiil, öznenin kendi iradesinde yani kendi isteği ile gerçekleşiyorsa ve fiil bir hareket ifade ediyorsa o fiil durum fiilidir.

*Yürümek, oturmak, gitmek, çıkmak,ağlamak…

Görüldüğü gibi yukarıdaki fiiller , bir hareket bildirmektedir ve bu hareket kişinin kendi isteğiyle gerçekleşmektedir bu yüzden yukarıdaki fiiller durum fiilleridir.

Not: Durum fiilleri de oluş fiilleri de geçişsiz fiillerdir.

SAYILARIN YAZIMI

*Harfle yazılan sayılarda her sayı ayrı yazılır.
Bin dokuz yüz on dokuz
kırk beş

*Edebi yazılarda, küçük sayılar rakamla gösterilmez
Evden ayrılalı üç gün olmuştu.

*Matematiksel ifadelerde ve tarihlerde sayılar rakamla yazılır.
Tarlanın bir kenarı 100 m. dir.
Yıl 1976'ydı.

*Çok sıfırlı sayılarda; sıfırlı basamaklar harfle yazılabilir.
5 milyar

*Para ile ilgili sayılar, bitişik yazılır.
Üçyüzotuzbeşmilyaryediyüzaltmışsekizmilyon TL

*Sayılara gelen ekler kesme işareti ile ayrılır ve ek, sayının okunuşuna göre şekillenir.
Saat 5'te ayrıldı.
1917'de
13.30'da
16'ncı

19 Eylül 2008 Cuma

ÇOCUK HAKLARI

Çocukların erişkinden farklı fiziksel, fizyolojik, davranış ve psikolojik özellikleri olduğu, sürekli büyüme ve gelişme gösterdiği bilincinin yerleşmesi, çocukların bakımının bir toplum sorunu olduğu ve bilimsel yaklaşımlarla herkesin bu sorumluluğu yüklenmesi gerektiği düşüncesi 20 Kasım 1959'da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda "Çocuk Hakları Bildirgesi" ile kabul edilmiştir. On ilkeden oluşan bu bildirge aşağıdaki gibidir:
1. İlke : Tüm dünya çocukları bu bildirgedeki haklardan din, dil, ırk, renk, cinsiyet, milliyet, mülkiyet, siyasi, sosyal sınıf ayırımı yapılmaksızın yararlanmalıdır.
2. İlke : Çocuklar özel olarak korunmalı, yasa ve gerekli kurumların yardımı ile fiziksel, zihinsel, ahlaki, ruhsal ve toplumsal olarak sağlıklı normal koşullar altında özgür ve onurunun zedelenmeyecek şekilde yetişmesi sağlanmalıdır. Bu amaçla çıkarılacak yasalarda çocuğun en yüksek çıkarları gözetilmelidir
3. İlke : Her çocuğun doğduğu anda bir adı ve bir devletin vatandaşı olma hakkı vardır.
4. İlke : Çocuklar sosyal güvenlikten yararlanmalı, sağlıklı bir biçimde büyümesi için kendisine ve annesine doğum öncesi ve sonrası özel bakım ve korunma sağlanmalıdır. Çocuklara yeterli beslenme, barınma, dinlenme, oyun olanakları ile gerekli tıbbi bakım sağlanmalıdır.
5. İlke : Fiziksel, zihinsel ya da sosyal bakımdan özürlü çocuğa gerekli tedavi, eğitim ve bakım sağlanmalıdır.
6. İlke : Çocuğun kişiliğini geliştirmesi için anlayış ve sevgiye gereksinimi vardır. Anne ve babasının bakımı ve sorumluluğu altında her durumda bir sevgi ve güvenlik ortamında yetişmelidir. Küçük yaşlarda çocuğu annesinden ayırmamak için bütün olanaklar kullanılmalıdır. Ailesi ve yeterli maddi desteği olmayan çocuklara özel bakım sağlamak toplumun ve kurumların görevidir. Çocuk sayısı fazla olan ailelere devlet yardımı yapılmalıdır.
7. İlke : Genel kültür ve yeteneklerini, bireysel karar verme gücü, ahlaki ve toplumsal sorumluluğu geliştirecek ve topluma yararlı bir üye olmasını sağlayacak eğitim hakkı verilmelidir. Bu eğitimde sorumluluk önce ailenin olmalıdır. Eğitimin ilk aşamaları parasız ve zorunlu olmalıdır.
8. İlke : Çocuk her koşulda koruma ve kurtarma olanaklarından ilk yararlananlar arasında olmalıdır.
9. İlke : Çocuklar her türlü istismar, ihmal, ve sömürüye karşı korunmalı ve hiçbir şekilde ticaret konusu olmamalıdır. Çocuk uygun bir asgari yaştan önce çalıştırılmayacak, sağlığını ve eğitimini tehlikeye sokacak fiziksel, zihinsel ve ahlaki gelişmesini engelleyecek bir işe girmeye zorlanmayacak ve izin verilmeyecektir.
10. İlke : Çocuk ırk, din ya da başka bir ayrımcılığı teşvik eden uygulamalardan korunacaktır. Anlayış, hoşgörü, insanlar arası dostluk, barış ve evrensel kardeşlik ortamında enerji ve yeteneklerini diğer insanların hizmetine sunulması gerektiği bilinciyle yetiştirilmelidir.



Çocuk Hakları Çocuk Hakları Günü

İstiklâl Marşı'nın Açıklaması

Millî ve manevî değerleri coşkunlukla işleyen edebî eserler, o milleti manen kuvvetli kılar. Savaş sırasında cephedeki askere cesaret ve kuvvet, geride kalana sabır ve metanet verecek şiirlere, hikâyelere, destanlara, türkülere ihtiyaç vardır. Böyle buhranlı devrelerde, milletin şâirlerden, yazarlardan beklediği manevî destek budur.

İşte Âkif, Türk milletine, cesaret, metanet, sabır aşılamak, daha doğrusu onda mevcut bulunan bu duyguları harekete getirmek üzere kaleme aldığı şiirine "korkma" sözüyle başlıyor. "Al sancak" yâni bayrak, bir milletin istiklâlinin sembolüdür. O elden ele dolaşan bir meş'ale gibi nesilden nesile sönmeden, yere düşürülmeden devredilecektir.

Bayrağın sönmesi, Türk milletinin istiklâlini kaybetmesi, "yurdun üstünde tüten en son ocağın sönmesi" ise, son Türk erkeğinin ölümü demektir. O hâlde, son Türk erkeği, son nefesini vermeden, Türk istiklâlini yok etmek, Türk bayrağını söndürmek mümkün değildir. Zîra bayrağımız, milletimizin yıldızıdır. Bayrağın kaderi ile milletin kaderi birbirine bağlıdır. Bayrak bizimdir. Bize, milletimize aittir. Biz yaşadıkça onu kimse elimizden alamaz. Bu kıtada anlatılanları bir cümle ile ifâde etmek istersek; Türk milletinin bütün fertlerini öldürmedikçe, istiklâlini kimse yok edemez.

Şâir ikinci kıtada; bayrağımızın o zamanki kırgın, küskün, öfkeli hâlini dile getiriyor. Türk vatanının bâzı kısımları istilâ edilmiştir. Bu yüzden bazı bayraklarımız indirilmiş, yerlerine düşman bayrakları asılmıştır. Kaş çatmak, öfke hâlini ifâde eder. Kaş bizim edebiyatımızda hilâle benzetilir. Sevgilinin kaşları dâima hilâl şeklinde gösterilmiştir. Sevgili de nazlı bir güzeldir. Aşıkına eziyet etmekten, onu üzmekten zevk duyar. Bayraktaki hilâl de, tıpkı nazlı bir sevgilinin kaşı gibi çatılmıştır. Kahraman Türk ırkını üzmektedir. Türkün beklediği, özlediği ise, gülen bir yüzdeki kaşlar gibi, hilâlin açılmasıdır. Türk milleti, bayrağımızı yine göklerde dalgalanır hâlde görmeyi arzu etmektedir. Bir aşıkın sevgilisinden güler yüz beklemesi gibi, istiklâle âşık Türk milleti de istiklâlin sembolü olan bayraktan, yüzünün gülmesini, hilâl şeklindeki kaşının açılmasını beklemektedir. Bu ise milletimizin en tabiî hakkıdır. Çünkü, Türkler, istiklâlleri, bayrakları uğruna pek çok kan dökmüştür. Bu kanları bayrağa helâl etmesi için, onun da artık nazlanmayı bırakıp, göklerde dalgalanması lâzımdır. Bu kıtada, Mehmet Âkif, üstü kapalı olarak Allah'a hitap etmekte, Türk milletine bu dayanılmaz hâli, düşman istilâsını reva gördüğü için, Allah'a serzenişte bulunmaktadır. Zîra Müslüman Türk milleti, asırlarca îlâ-yı kelimetullah (Allah kelâmını, Kur'anı yüceltmek) İslâm dînini ve adaletini dünyaya yaymak için savaşmıştır (gaza etmiştir). Bu uğurda pek çok şehit vermiştir. Böyle bir milletin düşman istilâsına uğraması haksızlıktır. Bu durum ancak günahkârlara reva görülebilir bir cezadır. Türk Milleti dâima Hakk'a (Allah'a) inandığı, taptığı, onun yolundan ayrılmadığı için bu cezayı hak etmemiştir. Onun hakkı istiklâldir.

Üçüncü kıt'ada şâir "ben" diyor. Ancak kastettiği mânâ aslında "biz"dir. Türk milleti adına konuşmaktadır. Türk milleti ezelden beri hür yaşamıştır, dâima da hür yaşayacaktır. Ona esaret zinciri vurmaya kalkışmak çılgınlıktır. Zîra böyle bir harekete yeltenenler ağır şekilde cezalandırılır. Türk milleti, hürriyeti ve istiklâli uğrunda, önüne çıkacak her engeli aşacak kudrettedir. O böyle yüce bir gaye için, dağları yırtmak, engin denizleri taşırmak,bendleri aşmak gibi olağanüstü hareketleri başarabilecek güçtedir. Ergenekon Efsânesi, Türk'ün bu üstün vasfını ifâde etmektedir.

Dördüncü kıt'ada, şâir, vatanımızı istilâya yeltenen Avrupalılara meydan okuyor. Yirminci asrın başında Avrupa medeniyeti artık can çekişmektedir. Ondokuzuncu asırdaki üstünlüğünü kaybetmiş durumdadır. Bu yüzden tek dişi kalmış bir canavardır. Ancak Avrupa bu zayıflamış durumunu hazmedemediğinden, mevcut teknik imkânlarını seferber ederek, topuyla, tüfeğiyle bizi yok etmek gayretindedir. Avrupa medeni imkânlarını, Türklüğü dünya haritasından silmek için, bir vasıta olarak kullanmaktadır Mehmetçiğin süngüsüne topla, tüfekle cevap vermektedir. Avrupalı kendini çelik zırhlarla korurken Mehmetçik, onun modern silâhlarına îman dolu göğsüyle karşı durmaktadır. Bu silâhlarıyla, Avrupalı, kudurmuş bir canavar gibi uluyarak, kahraman Türk ordusunu sindirmeğe çalışmaktadır. Şâir, askerlerimize, bu artık eski gücünü kaybetmiş, zâlim, Müslüman Türk düşmanı, haçlı ordularından korkmamalarını, îman dolu bir göğsün, en modern silâhlara karşı koyabileceğini haykırıyor. Neticede Mehmet Âkif, haklı çıkmış, Avrupa medeniyeti îmanlı Türk askeri karşısında gerilemeğe mecbur edilmiş, bir kısmı Akdeniz'e dökülürken, bir kısmı da bayrağımızı selâmlayarak, memleketimizi terk etmiştir.

Beşinci kıt'ada, şâir yine kahraman Türk askerine hitâp ediyor Türk yurduna alçakları (düşmanları) uğratmaması için gerekirse canını feda etmesini tavsiye ediyor. Şehit gövdelerinin meydana getireceği siperler, düşmana mâni olacaktır. Bu kıt'ada "uğratmak" sözü de tesadüfen kullanılmış değildir. Şâir bu sözü, "Düşman yurdumuza girmesin", "Onu yurda sokma" mânâsına kullanmamıştır. "Uğramak" bir yerde çok kısa bir süre için bulunmaktır. Mehmet Âkif, düşmanın çok kısa bir süre için de olsa, yurdumuzda bulunmasına müsamaha edilmemesini Türk askerinden islemektedir. Şâir, bu hayâsızca akının uzun sürmeyeceğine, Allah'ın Türk milletine (Kur'ânda) vaat ettiği zafer gününün yarından bile daha yakın bir zamanda doğacağına inanmaktadır. Bu îmanını, orduya da aşılamak arzusundadır.

Altıncı kıt'ada da şâir, Türk ordusuna vatanın kutsiyetini hatırlatıyor. Toprak ile vatan arasında büyük fark vardır. Toprağı vatan hâline getiren onu elde etmek ve korumak için şehit olan atalarımızın, o topraktaki mezarlarıdır. Kısacası alelâde toprak büyük bir değer taşımaz. Ama vatan toprağı, uğrunda şehit olan atalarımızın kanıyla sulanmış olduğu, şehit mezarlarıyla dolu bulunduğu için mukaddestir.
Bu vatanı dünyalara değişmeyiz. Toprak dünyanın her yerinde vardır. Ancak şehit atalarımızın mezarları sâdece bu vatanın üzerinde mevcuttur. Bu yüzden vatanımızı korumak için seve seve canımızı veririz. Yedinci kıt'ada da, aynı duygu ve düşünceler işleniyor. Bu vatan cennet kadar kıymetlidir. Şehit olanın ruhu, dini inançlarımıza göre doğrudan doğruya cennete gider. Şehitlerimiz, bu vatan topraklarında yattığı için, vatanımız da cennetten farksızdır. Bu vatan topraklarının her tarafı şehit mezarlarıyla baştan başa doludur. O kadar ki, toprağı sıksak şehitler fışkıracak sanırız. Bu yüzden de, bu vatan bizim en mukaddes, en sevgili varlığımızdır. Canımızı, canımızdan çok sevdiğimiz insanları, varımızı yoğumuzu Allah'a seve seve veririz. Esasen her şeyi bize veren Allah'tır. İstediği zaman da elimizden alır. Onun emrine karşı gelmek, isyan etmek aklımızdan geçmez. Fakat Allah'tan bir tek dileğimiz vardır: O da bizi yaşadığımız sürece vatanımızdan ayrı düşürmemesidir.

Şâir, sekizinci kıt'ada Allah'a hitâp ediyor. Şâirin Allah'tan yegâne dileği, mabedinin göğsüne yabancı (düşman) eli değmemesidir. Camilerimiz ve mukaddes saydığımız bütün varlıklarımıza düşman eli değmemelidir. Bu ezanlar ebediyen, Türk yurdunun üstünde inlemelidir. Ezan sesi hiçbir zaman susmamalıdır. İslâmiyetin beş şartından biri de kelime-i şahadet getirmek, yani "eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühü" demektir. Günde beş vakit okunan ezan'ın mâna ve muhtevası içerisinde kelime-i şahadet de vardır. Bir insanın Müslüman olması için kelime-i şahadet getirmesi şarttır. Ezan ve kelime-l şahadet olmayınca, İslâmiyet de olmaz.

Dokuzuncu kıt'ada, ezan sesleri, yurdumuzun üstünde inlediği müddetçe şehitlerimizin de ruhlarının şâd olacağına işaret ediliyor. Ezan sesi, sadece yaşayanlara değil, ölülere, hattâ onların mezar taşlarına bile tesir eden yüce bir mânâ taşır. Şehit atalarımızın maddeden tecerrüd etmiş (sıyrılmış) ruhları yerden fışkırarak ezan sesiyle ayağa kalkacak ve arşa yükselecektir.

Son kıt'ada şâir, zafer gününün heyecanını yaşıyor. Şanlı bayrağımız dalgalanmakta, şafağın kırmızılığıyla adetâ yarış edercesine, gök yüzünü Kızıl renge boyamaktadır. Türk ırkı, yeniden hürriyetine ve istiklâline kavuşmuştur. Artık onun için yıkılmak, yok olmak düşünülemez. Bayrağımız göklerde dalgalanmaya başladığı için, şehitlerimizin kanlarını helâl edebiliriz. Zira, hedefe ulaşılmış, yüce gaye gerçekleşmiştir. Kısacası zafer kazanılmıştır. Esasen bu Allah'a tapan ve doğruluktan ayrılmayan büyük Türk milletinin en tabiî hakkıdır.

Böylece Şâir, şiir boyunca vatanımızın kutsiyetini, istiklâlin mânâ ve ehemmiyetini bu uğurda canım vermenin her Türk askeri için, bir borç olduğunu ifâde etmiştir. Son kıt'ada da kahraman Türk ordusuna çok yakında gerçekleşeceğini ümit ettiği, büyük zaferin heyecanını yaşatmak suretiyle, onun manevî gücünü son noktasına ulaştırmayı başarmıştır.

İstiklâl Marşı Nasıl Kabul Edildi? (*)

İstiklâl mücâdelesinin en çetin bir safhasında milletin duygularını belirtecek bir "İstiklâl Marşı"nın yazılması istenmiş ve böylece, Maarif Vekâleti tarafından bir müsabaka açılmış ve müsabakada birinciliği kazanacak zâta 500 lira nakdî mükâfat verileceği ilân edilmişti.

Yurdun her tarafından 500'den fazla şâir müsabakaya girmişti. Fakat yazılan marşlar, milletin hissiyatına tercüman olacak bir durumda değildi.

Mehmet Âkit, marşın mükâfatlı olmasından dolayı müsabakaya katılmamıştı. Zamanın Maarif Vekili Hamdullah Suphi böyle bir marşın ancak, Safahat nâzımı şâir Mehmed Akif tarafından yazılabileceğine inanmış ve 5 Şubat 1337, Milâdî 1921 tarihinde şu mektubu kendisine yazmıştır.

"Pek aziz ve muhterem efendim,

İstiklâl marşı için açılan müsabakaya iştirak buyurmamaklarındaki sebebin izâlesi için pek çok tedbirler vardır Zât-i üstadânelerinin matlûb şi'iri vücûda getirmeleri maksadın husûli için son çâre olarak kalmıştır. Asl endîşenizin icâbettiği ne varsa hepsini yaparız. Memleketi bu müessir telkin ve tehiç vâsıtalarından mahrum bırakmamanızı rica ve bu vesile ile en derin hürmet ve muhabbeti arz ve tekrar eylerim.''

Bu mektubun yazılmasından bir ay bile geçmeden milletin istediği İstiklâl Marşı yazılmış ve kahraman orduya ithaf olunmuştu.

Marş, Maarif Vekili Hamdullah Suphi ve arkadaşları tarafından beğenilmişti. Yalnız bu marşın üstada-ı rencide etmeden Büyük Millet Meclisi'nden nasıl geçirileceği üzerinde düşünülmüştü. Bu sıralarda Maarif Vekâletince seçilen yedi marş da Büyük Millet Meclisi'ne getirilmişti.

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 1 Mart 1337 (1921) tarihindeki toplantısında kararı, Karesi Meb'usu Basri Çantay, Meclise gelen marşlardan birinin okunması için bir takrir vermişti. Bu takrir Meclis üyelerinin re'yine sunulmuş ve tasvîb olunmuştur.

Marşlardan birinin okunması için Meclis Reisi tarafından, Hamdullah Suphi Bey kürsüye davet edilmiş ve ezcümle şöyle konuşmuştur:
-Arkadaşlar, hatırlarsanız, Maarif Vekâleti son mücâdelemizin ruhunu terennüm edecek bir marş için şâirlerimize müracaat etmiştir. Birçok şiirler geldi, burada yedi tanesi en fazla vasfı hâiz olarak görülmüş ve seçilmiştir.

Hamdullah Suphi, Mehmed Âkif'ten bir marş yazmasını rica ettiğini, marşın yazıldığını, beğenildiğini söylemiş ve intihabının Meclis'e ait olduğunu da sözlerine ilâve etmiştir.

Hamdullah Suphi, gür sesiyle Meclis'in kürsüsünde İstiklâl Marşı'nı okumuştur.

"Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet
Hakkıdır, Hakka tapan milletimin İSTİKLÂL"

mısraları ile bu marş, Meclis üyelerinin şiddetli ve heyecanlı tezahüratına vesile olmuş, salon alkış sesleriyle dolmuştur.

Kastamonu meb'usu Dr. Suad Beyin 12. Mart. 1337 (1921) tarihinde Büyük Millet Meclisi Riyasetine vermiş olduğu takrirde:

Riyâset-i Celîleye :

Müzâkere kifayetini ve Mehmed Akif Beyin İstiklâl Marşı'nın kabulünü teklif ederim.

Bundan başka Bolu meb'usu Tunalı Hilmi de takrir vermiş ise de reddedilmiş ve gene aynı tarihte Karâsi meb'usu Hasan Basri tarafından Riyâset-i Celîleye verilen takrirde:

Riyâset-i Celîleye :

"Bütün meclisin ve halkın takdîrâtını celbeden Mehmed Âkif Beyefendinin şiirinin tercîhan kabulünü teklif ederim. ' '

Takrir Meclis Reisi tarafından oya sunulmuş ve kabul edilmiştir.

Böylece Mehmed Âkif tarafından yazılan marş İstiklâl Marşı olarak ekseriyetle kabul edilmiştir.

Kırşehir Meb'usu Müfid Efendi, bu marşın, Hamdullah Suphi Bey tarafından Kürsüde tekrar okunmasını Konya Mebusu Refik Koraltan da Milletin ruhuna tercüman olan işbu İstiklâl Marşının ayakta dinlenmesini teklif etmiştir.

Bunun üzerine 12 Mart 1337 (1921) 'de kabul edilen ve kanuniyet kesbeden İstiklâl Marşı tekrar Hamdullah Suphi tarafından okunmuş ve marş ayakta dinlenmiştir.

"Doğacaktır sana vâdettiği günler Hakkın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın."

İşte bu ruh ve îmân ile Türk Ordusu Sakarya boylarında, İzmir yollarında Allah'ın lütuf ve insaniyle şecaat ve kahramanlıklarını göstermiş ve nihayet 9 Eylü 1922 tarihinde Hakk'ın vaat ettiği o parlak güneş, İzmir ufuklarında doğmuş, Müslüman Türkün saffet ve kudreti karşısında düşman büyük bir hezimete uğramış ve denize dökülmüştür.

Aziz ve mübarek vatanımızın her karış toprağı şehitlerimizin kanlarıyla sulanmış, zaferin şahikasına ulaşmıştır. Nitekim İstiklâl Marşında:


"Korkma ! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O, benim milletimin yıldızıdır, parlayacak,
O, benimdir; o, benim milletimindir ancak!" mısraları ne derin bir mânâ taşımaktadır.

İzmir'in meşhur Kadife Kalesi'nde büyük Şanlı Türk bayrağı dalgalanmağa ve şiddetli alkışlar arasında yurdun her tarafında zafer şenlikleri yapılmağa başlanmıştı.

Mehmed Âkif'e niçin istiklâl Marşı'nı Safahâtı'na koymadığı sorulduğunda o büyük insan:

"O benim değildir. Ancak milletimindir." diye cevapta bulunmuştu. Aynı zamanda müsabaka için ayrılan (500) TL. o zaman fakir çocuk ve kadınlara örgü öğretmek, bir geçim sağlamak emeliyle teşekkül etmek üzere bulunan Darü'l Nisaiyye'ye teberru etmiştir.

Yakın arkadaşlarından, Ankara Baytar Müdürü'nün anlattığı palto hikâyesine göre. Millî Mücâdele sırasında. Ankara Baytar Müdürlüğünde bulunmuş olan bir zât. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi konferans salonundaki bir konuşmasında şöyle demişti:

Mehmed Âkif'in giyecek bir paltosu yoktu. Tâceddin Dergâhi'ndan Büyük Millet Meclisi'ne kadar paltosuz olarak yaya giderdi. O zamanlar Ankara'nın soğuğu çok şiddetli idi. Ben daireme gelir, paltomu Mehmed Âkif'e gönderirdim. O da giyer Meclise giderdi, İstiklâl Marşı için verilen parayı geri vermesinden dolayı kendisine, Mehmed Âkif üzerinde bir palton yok, verilen parayı da almazsın, dedim. Bunun üzerine, bana darıldı, paltomu da kabul etmedi. O soğuklarda paltosuz olarak Büyük Millet Meclisine gitti, geldi.

Mehmed Akif'in buna benzer şahsına has daha birçok meziyetleri vardır. Dürüsttür, hattâ Harb-i Umûmî içinde kardeşinin evinde çayı şekerle içtiklerini görünce, milletin yemediğini siz nasıl yiyorsunuz, demiş ve bir müddet kardeşinin evine bile gitmemiştir.

Mehmed Âkif'in rahatsız bulunduğu Alemdağı'nda son günlerde içlerinde Târık Us'un da bulunduğu bir grup üstadın ziyaretine gitmişler, Mehmed Âkif bitkin bir hâlde yatağında yatıyordu. Konuşma esnasında söz İstiklâl Marşı'na intikâl ettirilmiş, gelen ziyaretçilerden biri:

— Acaba İstiklâl Marşı yeniden yazılsa daha iyi olmaz mı? demiş, bu söz üzerine yatağında bitkin bir hâlde yatmakta olan Akif; birdenbire başını kaldırmış ve ona:

— Allah bir daha bu millete İstiklâl Marşı yazdırmasın!
Evet:
— Allah bir daha bu memleketin, bu milletin istiklâlini tehlikeye düşürmesin! Bir daha onu istiklâl Marşı yazmaya mecbur etmesin, sözüyle ziyaretçileri susturmuş, o büyük insanın ne demek istediği herkes tarafından anlaşılmıştı.

Büyük insan Mehmed Akif Ersoy, mezarına milleti için yazmış olduğu istiklâl Marşı'yla konulmuştur. Tarihte kendi eseriyle gömülen ilk bahtiyar ölülerden biri de şüphesiz Mehmed Âkif Ersoy olmuştur.

Cenâb-ı Hak rahmet etsin, ruhu şad olsun.


*Veli Ertan, Milli Kültür Dergisi, Aralık 1979